22 Mart 2015 Pazar
BİR CEVABIM YOK YANİ!!!
Hanım okuyucularımdan devamlı mesajlar alıyorum.
Sağ olsunlar hissettiklerini samimi bir tonla benimle paylaşıyorlar.
Bu okuyucularımdan birçoğu, sevgi dolu, sevgilerini paylaşmaya hazır, ama o kadar bunalmış ve hayal kırıklıklarına uğramışlar ki.
O kocaman sevgilerini içlerinde tutmayı tercih ediyorlar.
Sevgilerini göstermeye çekiniyorlar, korkuyorlar.
“Sizin gibi karşılıklı sevgi ve anlayış dolu bir ilişki yaşasaydım, Yasemin Hanım gibi genç yaşta ölüp gitmeye razı olurdum” diye yazan okuyucularım çok var.
Ne cevap vereceğimi bilemiyorum.
O kadar haklılar ki.
Hayat kadınlar için çok zor ve her gün daha bir zorlaşıyor.
Türkiye mutlu kadın erkek ilişkileri için çok zor bir ülke.
Bizim erkeklerimizin büyük bir çoğunluğu sevmeyi, sevilmeyi bilmiyorlar.
Ya deli gibi seviyorlar (veya sevdiklerini sanıyorlar) ya da bu taraklarda hiç bezleri olsun istemiyorlar.
Ortası yok.
‘’Allah affeder ben affetmem’’ ‘’Ya benim olursun, ya da hiç kimsenin’’ ‘’Ya bana ya mezara, seçimini sen yap’’Seni başkasına yar edersem namerdim’’ bu hasta sevgi tezahürlerinin bazıları. Hep tehdit, hep korkutma, hep şiddet.
Halbuki ne güzeldir insanın sevgilisine sarılıp,’’Sana ihtiyacım var, iyi ki hayatımda varsın, seni çok seviyorum’’ demesi
Adam oturur kahveye, yakar sigarasını, bir de acılı bir arabesk şarkı dinler.
Sigara dumanları arasında hayalinde ki sevgiliyi düşünür.
Sonra hayalleri gerçek olur bulur da öyle birisini.
Evlenir büyük bir hevesle, birkaç çocuk yapar, sonra kapatır o hayallerinde ki sevgiliyi eve, çünkü o artık çanta da keklik ya!!!
Yine kahveye gider, yine sigarasını yakar, yine o arabesk şarkıyı dinler ve hayatını mahvedeceği hayallerinde ki yeni sevgiliyi düşler.
Çünkü memleketimiz de kadınlar seçilir, erkekler seçerler.
Sonra, o evde ki kadın belli bir zaman sonra ilgisizlikten, sevgisizlikten, hakaretten, dayaktan, yalnızlıktan bunalır ve evi terk eder.
Ailesinin yanına veya bir sığınma evine, bir yerlere sığınır.
Ve “Bu benim gibi adama yapılır” mı sahnesinin perdesi açılır.
Pompalı tüfekler, tabancalar, bıçaklar, hatta baltalar, daha kötüsü satırlar ve en adisi yüze kezzap atma yöntemleri devreye girerler ve de bizler artık gazetelerin üçüncü sayfasını okuyamaz, haber dinleyemez, televizyon seyretmeye korkar hale geliriz
.
Peki ama hiç mi herhametli, duygulu, anlayışlı erkek yok bu koca ülkede?
Tabiî ki var, ama maalesef azınlıktalar.
Dünya genelinde yapılan bütün araştırmaların başında, ideal bir birliktelik için hassaslık, karşılıklı konuşma ve birbirini dinleme gelir.
Bizim kitabımızda bir erkeğin hem erkek hem de hassas olabileceği yazmaz.
Memleketimiz de sevgilimize sevgimizi göstermek zayıflık olarak algılanır.
Gururlu erkek sevgisini öyle her yerde göstermez, hatta hiç göstermez.
O beğenmediğiniz “Gavur” ülkelerin de erkekler eşlerini göğüslerini gere gere “Benim öbür yarım( My other half) diye tanıştırırken bizde eşler neredeyse yok sayılır.
Çünkü kadınları şımartmaya gelmez, hemen tepenize çıkarlar.
Bu ilkel saplantı çok popülerdir, tekrarlanır da tekrarlanır.
Hatta atasözü bile vardır. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” diye.
Erkekler çok gülmezler, çünkü gülme zayıflık alametidir.
Hatta eğer kahkahayla gülerseniz medeni bir şekilde uyarılırsınız “Karı gibi gülme lan” diye.
Kadın erkek ilişkileri tartışılırken eğer kadınların tarafında olursanız, ne yumuşaklığınız, ne puştluğunuz ne de ibneliğiniz kalır.
Siz hiç kestiği kafayla top oynayan kadın gördünüz mü.
Hiçbir kadın bunu yapmaz, yapamaz ve yapmayı da düşünmez. Bir kadın ne kendi yavrusuna ne de başkasını yavrusuna bir zarar gelmesini ister.
Nereden mi biliyorum çünkü kadınlara Allah doğum denen bir kutsallığı, bir mucizeyi vermiştir de ondan.
Her kadın o bebeği taşımanın, doğurmanın, bakmanın, büyütmenin neler, ne fedakarlıklar gerektirdiğini bilir.
İnsan vucudunun tahammül edeceği maksimum ağrı sınırı 45 ünite iken, doğum esnasında bir kadın 57 unite ağrı hisseder.
Bu ağrı 20 kemiğin aynı anda kırılmasına eşit bir ağrıdır.
O yüzden kıyamazlar, ama biz erkekler kıyarız, hiç dinlemez kıyarız.
Gereği neyse yaparız.
Hatta kafalarını keser top oynarız.
Karşılık verirlerse zor kullanırız gerekirse dillerini, kollarını da keseriz.
Yıllarca yakın arkadaşlarıma eşlerinin doğumuna girmeleri için yalvardım yakardım. Çünkü o inanılmaz tecrübeye, o mucizeye şahit olduktan sonra, o doğumhaneden dünyaya, eşlerine , çocukları na karşı bakış açıları tamamen değişmiş olarak çıkacaklarını biliyordum.
Bir annenin bir çocuk sahibi olmak için ne fedakarlıklar yaptığını nelere göğüs gerdiğini, ne acılar çektiğini gördüklerinde, ne kadar etkileneceklerini biliyordum.
Evde huzuru kim sağlar? Anneler. Anne her zaman babayla çocukların, çocuklarla çocukların arasını bulur, ortalığı yatıştırmaya çalışır, havayı yumuşatır, herkese bir aile olduklarını hatırlatır.
En çok, hadise, cinayet, kavga, yaralama, vahset nerelerde yaşanır? Erkeklerin toplu halde eğlendikleri, içtikleri, maç seyrettikleri, toplandıkları yerlerde.
Neden? Çünkü erkek erkeğe oldukları için.
Onları yatıştıracak karşı enerjinin olmadığı, sadece tek bir enerjinin, erkek enerjisinin olduğu için.
İşte dostlarım dünyanın haline bakın. Her gün daha kötüye gidiyor.
En ilerlemiş devlet sayılan Amerika’da deprasyon ilaçları için yılda yazılan recete sayısı 80 milyonu aşıyor.
Bu yalnız bir ülkede.
Dünyayı erkekler idare etmeye devam ettiği sürece bu rakamlar çok daha artacak, çoooook.
Bütün devletleri inceleyin.
En uygarından en vahşisine kadar, o ülkelerin erkekler, erkek çoğunluğu tarafından yönetildiğini, kadınlara ya çok az, ya da hiç fırsat verilmediğini görürsünüz.
Eğer bir eşitlik oluşsa, yemin ediyorum dünya bu gün düştüğü bu ümitsiz duruma düşmez, insanlar vahşice katledilmez, o tüyler ürpertici savaşlar olmaz, insanlar sürünmezler, insan gibi yaşarlardı.
Bu gün bir sosyete filozofu haline gelmiş “Osho” ben Kuzey Amerika Kıtasın da yaşarken hocamdı.
Yetmişli yıllar da; O zaman ki ismi “ Bhagvan Shree Rajneesh” olan bu büyük adamın dizinin dibine oturur, o tatlı Hintli aksanıyla İngilizce anlattıklarını dinlerdim.
O güzel adamın o kocaman, derin, sevgi dolu kahverengi gözlerinin içine bakar, söylediklerinin bir kelimesini bile kaçırmamaya çalışırdım.
“Dünyayı erkekler idare etmeye devam ettikçe, çok kötü günler gelecek, şiddet çok daha fazla artacak, sonunda bunlar dünyanın sonunu getirecekler” derdi “ Bhagvan Shree Rajneesh, yeni adıyla “Osho”.
Aradan 40 yıl geçti. Neler olup bittiğini görüyorsunuz.
Dünyanın ne hale geldiğini izliyorsunuz.
Ne kadar haklıymış hocam.
Söyledikleri bir bir çıktı. Allah ona rahmet etsin.
Yazımın başında bahsettiğim gibi, kadınlar kimsenin başını kesip top oynamazlar.
Kadınlar uzlaştırıcıdır, değil binlerce, milyonlarca insanın, bir insanın bile ölümüne üzülür kıyamazlar.
Bir kadınla bir erkeğin düşünce tarzı ve yaradılışı, gece ile gündüz kadar farklıdır.
Maalesef dünyamızın, bir gün düzeleceğine, kötü günlerin biteceğine, bu vahşetin sona ereceğine benim hiç ümidim yok.
Allah hepimizin, ama en başta kadınların yardımcısı olsun.
Bir cevabım yok yani !!! keşke olsaydı.
13 Mart 2015 Cuma
CAN YÜCEL'İN ŞİİRİ
Dostlarım,
Dün tesadüfen Can Yücel’in, büyük üstadın, o güzel insanın, bir şiiriyle tanıştım.
Çok duygulandım.
Şiirin her satırında gözlerimden yaşlar aktı, tutamadım kendimi.
Ben o muhteşem insan, Can Babamızla gönüllerimizin bu kadar bir, duygularımızın bu kadar yakın olduğunu hiç bilmiyordum.
Bu güne kadar okuduğunuz yazılarımdan, Yasemin’i tanıdınız.
Okuyun bakalım aşağıdaki şiiri, size kimi anımsatacak, Can Yücel bu güzel şiirinde bu duygu dolu satırlarla kimi tarif etmiş.
BİR EŞİ OLMALI İNSANIN!!!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Bakarken yüreğinin kabardığı,
Gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı…
Aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında,
Yanında olduğunu görüp,
Şükürler etmeli Yaradana.
Koklamalı saçlarını uyuyan eşine şefkatle bakıp,
Usulca dokunmalı yüzüne,
Bir eşi olmalı insanın!!!
Varlığını hissedebilmek için.
Parmakları titremeli, incitirim korkusuyla.
Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü…
Kramplar girmeli midesine,
Onsuzluk aklına geldikçe!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
yağmur onun sesini.
Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi.
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
Bir eşi olmalı insanın!!!
Yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini,
Tasasını, öfkesini, sevincini, coskusunu…
Güven duymalı her şeyiyle.
Başına göğsüne koyup, huzurla uyuyabilmeli,
Tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
Babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı…
Şımarabilmeli yanında.
Kıskanılmalı zaman zaman da…
Bir eşi olmalı insanın…
Sabah yolcularken işine, içi acımalı,
Daha yollarken özlemeye başlamalı.
Seni şimdiden özledim diyen!!!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla.
Gözleri yollarda kalmalı,
Ve kapıyı çalmadan açmalı…
Aşkla karşılamalı,
Hasretle sarılmalı boynuna,
Özlemle koklayıp öpmeli,
yıllardır uzak kalmışçasına!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Her günü bir başka güzel olmalı yaşamın,
Bir başka özel, bir başka soluklanma anında.
Verdiği hiçbir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
Daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
Bir eşi olmalı insanın!!!
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı…
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı,
Bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!! Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim…
CAN YÜCEL
Dün tesadüfen Can Yücel’in, büyük üstadın, o güzel insanın, bir şiiriyle tanıştım.
Çok duygulandım.
Şiirin her satırında gözlerimden yaşlar aktı, tutamadım kendimi.
Ben o muhteşem insan, Can Babamızla gönüllerimizin bu kadar bir, duygularımızın bu kadar yakın olduğunu hiç bilmiyordum.
Bu güne kadar okuduğunuz yazılarımdan, Yasemin’i tanıdınız.
Okuyun bakalım aşağıdaki şiiri, size kimi anımsatacak, Can Yücel bu güzel şiirinde bu duygu dolu satırlarla kimi tarif etmiş.
BİR EŞİ OLMALI İNSANIN!!!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Bakarken yüreğinin kabardığı,
Gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı…
Aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında,
Yanında olduğunu görüp,
Şükürler etmeli Yaradana.
Koklamalı saçlarını uyuyan eşine şefkatle bakıp,
Usulca dokunmalı yüzüne,
Bir eşi olmalı insanın!!!
Varlığını hissedebilmek için.
Parmakları titremeli, incitirim korkusuyla.
Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü…
Kramplar girmeli midesine,
Onsuzluk aklına geldikçe!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
yağmur onun sesini.
Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi.
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
Bir eşi olmalı insanın!!!
Yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini,
Tasasını, öfkesini, sevincini, coskusunu…
Güven duymalı her şeyiyle.
Başına göğsüne koyup, huzurla uyuyabilmeli,
Tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
Babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı…
Şımarabilmeli yanında.
Kıskanılmalı zaman zaman da…
Bir eşi olmalı insanın…
Sabah yolcularken işine, içi acımalı,
Daha yollarken özlemeye başlamalı.
Seni şimdiden özledim diyen!!!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla.
Gözleri yollarda kalmalı,
Ve kapıyı çalmadan açmalı…
Aşkla karşılamalı,
Hasretle sarılmalı boynuna,
Özlemle koklayıp öpmeli,
yıllardır uzak kalmışçasına!
Bir eşi olmalı insanın!!!
Her günü bir başka güzel olmalı yaşamın,
Bir başka özel, bir başka soluklanma anında.
Verdiği hiçbir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
Daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
Bir eşi olmalı insanın!!!
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı…
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı,
Bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!! Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim…
CAN YÜCEL
TERCİH SİZİN
Dostlarım,
Bir insanın hem mangal gibi yüreği olabileceğine, hem de sevgisini özgür bir şekilde, her yerde, her zaman, hiçbir baskının esiri olmadan, hiç kimseden çekinmeden, gösterebileceğine, bütün hayatım boyunca inandım.
Bu inancım ve davranışlarım beni daha az erkek yapmadı.
İnsanların denize bakmaya bile korktuğu fırtınalarda, yelkenlim ile solo denizlere çıktım, yarışlara katıldım.
‘’Aman domuz çıkar, ayı çıkar karşına ‘’dedikleri dağları tepeleri köpeğimle karış karış gezdim.
Yıllarca Kanada’da Amerika’da belki de dünyanın en iyi kayak merkezlerinde, tepeden bakıldığında insanların yürüyerek bile inmeye çekindikleri tepelerde kayak yaptım.
Motosikletim ile Marmaris, Fethiye, Datça, Bozburun, Selimiye, Söğüt, neredeyse Ege bölgesinde gezmediğim yer kalmadı.
Beni motive eden neydi , bana bu gücü ve enerjiyi ne veriyordu biliyor musunuz.?
‘’SEVGİ’’evet, sevgi.
O dünya güzeli yeşil gözlü kadın. Eşim, Yasemin’im.
İşte o benim ödülümdü, o benim aldığım bir kupaydı, o benim harcadığım onca enerjiden sonra, hayatın bana sunduğu en güzel hediyeydi.
Duşumu alıp ona koşardım.
Beni hep kapıda, o melek gülüşü ,o güzelim gamzeleri ile karşılardı.
Sanki uzun zamandır birbirimizi görmemiş gibi sarılırdık birbirimize, öpüşürdük.
Hep bana ‘’Günün nasıl geçti sevgilim’’ diye sorardı’’ Ben de ‘’Şimdiye kadar çok iyiydi, bundan sonrası sana bağlı’’ diye cevap verirdim.
‘’Hımm, neler geçiyor aklından, ne planlar yapıyorsun bakalım’’ der, o güzelim gamzelerini göstererek hınzır hınzır gülerdi.
O bana hep aynı soruyu sorar bende ona hep aynı cevabı verirdim. Hiç usanmazdık. Öyle eğlenirdik ki.
Bazen ‘’yahu Yasemin ben taş fırın erkeği miyim’’ diye sorardım. Gülmekten yerlere yatardı.
‘’Yani sen benim taş fırın erkeği olduğuma inanmıyor musun’’ diye sorardım. Bu defa gülmekten o güzel gözlerinden yaşlar akmaya başlardı.
Sonra dayanamaz ben de onunla birlikte gülerdim.
Sonra da ‘’Gel bakalım buraya, taş fırın erkeğim benim’’ der sarılır, sarılır öperdi beni. Gülerdik, daha çok gülerdik.
Deniz, yelken, dağlar, kayak, motosiklet, hepsi sanki silindi gitti hayatımdan. Çünkü artık beni karşılayacak, bana sarılacak, benimle gülecek, bana takılacak o melek yok ki.
Biz birbirimizi çok seviyorduk be çocuklar, çok seviyorduk.
Marmarisliler bizi hiç ayrı ayrı görmediler ki. Hep el ele idik, göz göze idik, Her yere beraber gider, hiç kimseye kötü davranmaz, hiç kimseyi kırmazdık.
Biz sevgiyi, kimselere anlatmaya kalkışmadık, ama sevginin ve sevmenin ne olduğunu gösterdik.
Kasaba halkı bizi çok sevdi. Bizleri tanımayanların bile bakışlarından bizi sevdiklerini, karşıdan karşıya hissederdik.
Yasemin’imin gidişiyle yalnız ben öksüz kalmadım. Marmarisli dostlarım da öksüz kaldılar.
Aradan neredeyse 5 ay geçmesine rağmen, onlarda bu ayrılığa benim gibi hala alışamadılar.
Beni tek başıma dolaşırken görmeye dayanamıyorlar, biliyorum.
Ne bize ayrılığı ne de Yasemin’ime ölümü yakıştırabiliyorlar.
Bunu, karşılaştığımızda bana bakışlarından, hiç tanımadığım insanların beni durdurup boynuma sarılmalarından, ne diyeceklerini bilemediklerinden, suskunluklarından, gözlerinde ki hüzünden hissediyorum.
Bu bakışlar da sanki sessiz bir teşekkür gizli.
Belki de senelerdir onlara güzel bir beraberlik, mutlu bir evlilik, ayrılmaz bir birliktelik sergilediğimiz, bir sevgi sembolü olduğumuz için, duygu dolu bakıyorlar.
Erkeklik gururu, kadınlık gururu, taş fırın erkekliği, maçoluk, bizim dünyamız da yoktu. Hiç de olmadı. Çünkü bütün bunların insan beyninin insanlara oynadığı saçma oyunlardan başka bir şey olmadığını ikimizde biliyorduk.
Böyle triplere girmeye hiç ihtiyaç duymadık. Bizim sevgimiz bunların çok üstündeydi, çok üstündeydi.
Biz hep kalbimizi dinledik ve hep kalbimizin istediği şekilde yaşamayı tercih ettik.
Her fırsatta birbirimize sevgimizi söyledik.
Her fırsatta birbirimize sarıldık.
Ellerimiz hiç ayrılmadı ki birbirinden.
Dostlarım, eğer gerçek bir sevgi, unutulmaz bir birliktelik amacınızsa, sizde beyninizi
değil kalbinizi dinleyin.
Eğer bunu başarabilirseniz, beyninizin sevdiğinizle aranızda bir duvar örmek için ne kadar caba harcadığını fark edersiniz.
Belki de bu duvarın varlığını şimdiden hissediyorsunuzdur.
Eğer öyleyse, eğer hakikaten mutlu olmak istiyorsanız, ya bu duvarı yıkın, ya da sevdiğinizle el ele verip bu duvarın tepesine tırmanın.
Duvarın tepesinde oturup aşağıya baktığınızda, bambaşka bir dünyanın farkına varacaksınız.
Şunu iyi bilin ki araya ölüm girince, ne erkeklik gururu, ne kadınlık gururu, ne maçoluk, ne de taş fırın erkekliği kalacak.
İnanın hayat o kadar uzun değil. Seneler öyle çabuk geçiyor ki yetişemiyorsunuz bu hıza.
Mutlu olmak da sizin eliniz de, olmamak da.
Biz mutluluğu seçmiştik!!!
Tercih sizin.
7 Mart 2015 Cumartesi
SADECE SİZ OLMUYORSUNUZ ÖLEN!!!!
Dostlarım.
Yazılarımı okuyor ve bana duygu dolu mesajlar gönderiyorsunuz. Samimi ve gönülden yazdığınız mesajlarınız için sizlere nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.
Benim yazılarımı okurken gözlerinizin dolduğunu ağladığınızı söylüyorsunuz. Ben de yazarken gözlerim doluyor, ağlıyorum.
Ama bunlar boşa giden gözyaşları değil. Çünkü aramızda birbirimizi tanımasak da bir gönül bağı oluşuyor ve biz bunu karşılıklı hissediyoruz. Gönülleriniz bu kadar güzel olmasa yazdıklarımı fark etmezdiniz bile.
Mesajlarınızı bütün dikkatimi vererek okuyorum. Özür diliyorum hepsine teker teker cevap vermem çok zor.
Allah sizlerden razı olsun. Yasemin’e dualar ediyor rahmet diliyorsunuz. Yazılarımın amacı buydu. Bunu sizler gerçekleştirdiniz.
Artık güzel eşimi sizler de tanıyorsunuz ve onun,’’ Kader, alın yazısı böyleymiş veya herkes sonunda ölecek’’ gibi bir takım basmakalıp cümlelerle unutulup gidecek biri olmadığını anladınız, daha doğrusu hissettiniz.
Yalnız sizlerden aldığım mesajların büyük bir çoğunluğu beni o kadar şaşırttı ki tahmin edemezsiniz.
Biz Yasemin’le yaşadığımız 32 yıl süresince dünyanın, insanların bu kadar değiştiğini hiç fark edememişiz. O kadar birbirimize yetiyor, o kadar dolu dolu yaşıyorduk ki.
Bu mesajlarda; insanların artık sadece menfaat düşündükleri, bizim gibi aşkların artık çok ender olduğu, hatta neredeyse hiç kalmadığı, böyle bir birliktelik yaşadığımız için ikimizin de çok şanslı olduğunu okudum.
Birçok hanım okuyucum bizim ki gibi bir ilişki yaşayıp genç yaşta ölüp gitmeyi tercih ettiklerini bile yazıyorlar.
İnanılmaz duygulandım. Dünya bu kadar mı değişmiş, insanlar ilişkileri bu kadar mı yozlaşmış? İnsanların birbirlerine sevgi ile yaklaşmaları, karşılıklı sevgi ve inanç dolu bir ilişkileri olması, ender görülen bir şey haline gelmiş, inanamıyorum.
Bu ne kadar acı ne kadar utanılacak bir durum. Peki, sevgi bu kadar kaybolduysa insanlar hayatlarını neyle dolduruyorlar. Cep telefonlarıyla mı, bilgisayarlarla mı, bilgisayar oyunları ile mi, televizyonlarla mı dizilerle mi neyle? .
İnsan kollarını ne kadar açarsa o kadar sarılan olur. Kollarını kapalı tutan bir insan ancak kendine sarılır. Bu mu yani.? Dünya bu kadar mı değişmiş.?
Bu arada çok değer verdiğim bir hanım okuyucum, bana duygulu bir mesaj atıp, yıllardır deli gibi sevdiği, aşık olduğu, çok sevgili babasına kanser teşhisi konulduğunu ve çok üzüldüğünü, benim hislerimi şimdi çok daha iyi ve derinden hissettiğini yazmış. Evet dostlarım sizlerle samimi olarak paylaştığım gibi bu hastalık insanı çok üzüyor çoook.
Bu yazım sizleri üzecek biliyorum. Hatta sizleri biraz da korkutmak istiyorum. Ama nasıl bir hastalıkla karşı karşıya olduğunuzu sizlere başka türlü anlatmama imkan yok.
Kanser dünyada ki en haysiyetsiz, en acımasız, en sinsi hastalık. Bu lanet hastalık insanlarla bir kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor. Bilmem hiç kedinin bir fare ile oynamasına şahit oldunuz mu. Kedi fareyi iyice yorar. Sonra artık kaçamayacak kadar halsiz kaldığını görünce fareyi bırakır gider gibi yapar. Sonra fare son gayretiyle biraz uzaklaşmaya başlayınca üstüne atlayıp tekrar yakalar sonra tekrar bırakır. Bu oyun kedinin paşa gönlü olup da fareyi yutana kadar devam eder.
İşte kanser hastalığı ve kanser hastaları arasında geçenlerde bundan farklı değil. Erken teşhis olupta yaşama şansı olanlar haricinde, tedavi edilmesi mümkün olmayan hastaların sadece birazcık ömrü uzaltılmaya çalışılıyor. O yaşadıklarına yaşayacaklarına pişman oldukları kemo terapi ilaçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar.
İşte ben sizlerin bunu yaşamanızı istemiyorum. Bu lanet hastalığa bu fırsatı vermeyin. ‘’Ne olacak canım, alnımıza yazılmışsa olur veya kader de varsa başımıza gelir’’ demeyin. Bunlar yanlış ve egoistçe düşünceler. Kanser yalnız sizi öldürmüyor. Sizinle beraber o hastalığı yaşayan yakınlarınızı öldürmekten beter ediyor. Onları öyle bir etkiliyor ki geri kalan hayatlarında ne yapacaklarını bilemiyor, kendilerine gelemiyorlar.
Benimle ve Yasemin’le tanıştınız. Bizlerin başından geçenleri öğrendiniz. Çektiğimiz acıları, hasreti görüyorsunuz.
İnsanın hayat arkadaşını kaybetmesi hiçbir acıya benzemiyor. Sanki orta yerinizden bir testereyle ikiye ayrılmış gibi hissediyorsunuz. Size kalan yarı, öbür yarıyı öyle bir özlüyor, öyle bir özlüyor ki.
Kanser ve kanserin her türü hakkında öğrenebileceğiniz kadar öğrenin. Bilgisayara girin, kitaplar okuyun, filmler seyredin
Senelik kontrollarınızı muhakkak ama muhakkak yaptırın. Bu hastalığı ne kadar erken yakalarsanız o kadar yenme şansınız var. Tedbirleriniz alın ve dikilin bu lanet hastalığın karşısına ‘’YOK ÖYLE’’ diyerek.
Eğer boş verirseniz, hastalandığınızda çok eziyet çekeceğinizi, sizi sevenlerin hiç unutamayacakları acı dolu anılarla başbaşa kalacağını ve bu anıların yaşadıkları sürece paslı çıviler gibi hafızalarına çakılacağını hiç unutmayın, katiyen unutmayın.
Sevgilim’i yumurtalık kanserine kaybettim. Bu tür kanserin en tehlikeli ve en sinsi türü. Erkeklerde pankreas, kadınlarda yumurtalık kanseri.
Bu kanser türü maalesef meme kanseri kadar bilinmiyor ve teşhisi çok zor. Memenizde bir gariplik hissedebiliyorsunuz ama yumurtalığınızda bunu hissedemiyorsunuz. Bu tür ancak 10 cm lik bir kitle oluşturduktan sonra belirtiler vermeye başlıyor.
Teşhiş edildikten sonra maalesef artık kanserin üçüncü evresi olduğundan hastanın kurtulması mucizelere bağlı.
Başlıca belirtiler; karında gaz ve şişkinlik, bağırsaklarda düzenli çalışma sorunu yani hazımsızlıkla aynı belirtiler. Bunlar da hastaları yanıltıyorlar.
Simir testinin iyi çıkması hiçbir şey değil. Simir testiniz ideal çıkarken, yumurtalığınızda bu kitle devamlı büyüyebiliyor. Yasemin’imin simir testi sonuçları mükemmeldi.
Yumurtalık ve rahim bölgesinde ne olup bittiğini keşfetmek sadece ALT BATIM TOMOGRAFİSİ çektirmekle mümkün.( Detaylı bilgi için internete girin yeter)
Hanımlar lütfen her yıl bunu yaptırın. Yaptırın ki bizim başımıza gelen sizin başınıza gelmesin. Bizim yaşadığımız acıları sizler ve yakınlarınız yaşamasınlar.
Her hastane de bu servis var ve bütün çekim sadece 15 dakika sürüyor.
Sizlerden hiçbir yazımı paylaşmanızı istemedim. Paylaşma kararını sizler verdiniz. Ama lütfen bu yazımı arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle paylaşın.
Eğer, bir kişi bile bu yazıdan etkilenip, tavsiyelerime uyarsa o bir kişi bile beni mutlu eder.
Eğer, size yazdıklarımı bana birisi yazsa veya söyleseydi, belki bugün Yasemin’im yaşıyor olabilirdi.
Ne olur ihmal etmeyin.
5 Mart 2015 Perşembe
MELEKLER ASLINDA BİZLERLE YAŞARLAR
Sevgilinizin gözlerinin içine uzun süre bakabilirmisiniz.
Ben bakamazdım. Ne zaman Yasemin’imin o güzelim yeşil gözlerine baksam, önce içim dolar sonra gözlerimden yaşlar süzülmeye başlardı. Çünkü o gözlerin içinde kaybolur sanki erirdim. O gözlerin arkasında ki, o güzelliği yaratan, o ilahi güce ulaştığımı hissederdim. Bakamazdım.
Aynı duyguları Yasemin’i resim yaparken de yaşardım. Önce o fırça veya kalem tutan incecik uzun parmaklarına bakardım. Parmaklarıyla kalbi, kalbi ile gözleri arasında gidip gelen o enerjiyi hissederdim. Sanki resim yaparken Yasemin kaybolmuş ve onun yerini izah edemediğim ilahi bir güç almış gibi gelirdi bana.
Yasemin’im yalnız benim 32 yıllık eşim, hayat arkadaşım, deli gibi aşık olduğum kadın değil aynı zamanda işte beni bu anlayamadığım, biraz ürktüğüm ama çok sevdiğim güzelliklere bağlayan bir köprüydü.
Ne zaman Yasemin’i düşünsem, cep telefonum çalar, beni arardı. Ne zaman Marinada ki mağazamıza gelsem Yasemin beni kapıda karşılar, kucaklaşırdık. Yani geldiğimi hissederdi. Hatta kızım bahar’’ Bu kadını anlıyamıyorum baba, birden elindekini bırakıp, kapıya koşuyor, birkaç saniye sonra da sen geliyorsun’’ der, sonra da ‘’Radar mısın mübarek?’’ diye dalga geçerdi annesiyle.
Hep birilerinden ‘’Melek gibi kadın’’ veya ‘’melek gibi adamdı’’ veya ‘’Melek gibi kız’’sözlerini duyarız. Nedense hep ‘’Gibi’ eklenir.
Kimse o bahsettiği şahsın hakikaten bir melek olabileceğine inanmaz.
Melekler her yerde kanatlı, insanüstü varlıklar olarak gösterildiklerinden, normal bir insan oğlunun veya insan kızının hakikaten bir melek olabileceğine ihtimal verilmez.
Ben bütün hayatım boyunca meleklerin din kitaplarında veya kilise tavanlarında resimlendikleri gibi sadece kanatlı varlıklar olmadığına, onların bizim içimizde, bizlerle birlikte yaşadıklarına inandım.
Bana göre Yasemin bir melekti. Görevini tamamladı ve geldiği yere geri döndü.
Şimdi onun yeni bir göreve hazırlandığını hissediyorum. Çok üzülsem de onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum. Yeni görevi için; yeni bir yüze, yeni bir vücuda ve yeni bir karaktere dönüşeceğine inanıyorum. Bu yüzden Yasemin’imi kaybettiğimden bu güne kadar Allah’a hep aynı duayı ediyorum.’’Ne olur Allah’ım gözlerini değiştirme ‘’ diye
Çünkü onları o kadar güzel yaratmıştı ki.
2 Mart 2015 Pazartesi
ÇOCUKLAR KORKMAMALI
Sonra Mustafa Bey bizi başhekim yardımcısı Dr. Ruşen Bey’le
tanıştırdı. Tam manası ile bir beyefendi, inanılmaz zarif ve kibar biri olan
Ruşen Bey’le hep beraber elimizden geldiği kadar hastaneyi güzelleştirmeye caba
harcadık. Tablolar astık. Yönlendirme yazıları koyduk bazı duvarları rengarenk
boyadık.
Çocuk bölümüne girdiğimizde, güzel karım şöyle bir baktı,
irkildi. Bana döndü, ’’Sevgilim’’ dedi ‘’Burası çok soğuk ve sevimsiz. Çocuklar
zaten hastaneye gelmeyi sevmezler. Eminim burayı görünce kaçmaya çalışırlar. Ne
anneleri ne de babaları zaptedebilir onları. Korkarlar buradan çok korkarlar’’dedi.
Gözleri dolu dolu oldu.
Sonra sarışın, yeşil gözlü, güzel kadın kolları sıvadı ve en
az on beş gün uğraşıp, bu yazıma eklediğim resimleri, panoları bitirdi ve kendi
elleriyle çocuk bölümü duvarlarına astı.’’Hah’’dedi. ‘’Şimdi içim rahat etti.
Ben Yasemin’im seneler sonra işte bu hastanede yatıp oksijen
desteğiyle nefes almaya çalışırken, fırsat buldukça çocuk bölümüne gittim. O
resimlerin çocukların ne kadar ilgisini çektiklerini, anne babaların ne kadar
rahatladıklarını, çocuklarını o resimlerle ne kadar güzel oyaladıklarına bire
bir şahit oldum.
Resimler hala oradalar, çocuklar hala o resimlere bakıyorlar
ve anne babalar hala çocuklarını o resimlerle oyalıyorlar.
Ama yeşil gözlü güzel kadın’ın artık oksijen desteğine
ihtiyacı kalmadı.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)








