16 Şubat 2015 Pazartesi

EVET HAYAT SÜRPRİZLERLE DOLU



Sevgili dostlarım, güzel insanlar, bekli de artık sizlere dert ortaklarım desem daha doğru olacak galiba, çünkü devamlı benim dertlerimi okuyor mızmızlığıma katlanıyorsunuz. Emin olun ki başka çıkış yolum yok gibi. Sizlere yazmak, sizlerle durumumu paylaşmak bana geçici de olsa bir huzur bir rahatlık veriyor.

Eminim herkesin hayatında bir takım sürprizler oluşur. Bu yazımda sizlerle 69 yıllık hayatımda yaşadığım sürprizlerden birini paylaşıyorum. Sonra ki yazılarımda bu sürprizler devam edecek.

Ben henüz yirmili yaşların başlarındayken Sivas’taki baba evimizi satıp, annem ile çok yaşlı bir şoförün kullandığı, daha hesaplı olsun diye eşyalarımızı inşaat malzemeleri üstüne yüklediğimiz bir kamyonla İstanbul’a taşınmış, Karagümrük’de kiraladığımız bir evin alt katına yerleşmiştik. Ne kadar mutlu olmuştum. Ne severdim İstanbul’u. Bazen rüyalarımda İstanbul’dan başka bir yere taşındığımızı görür, kan ter içerisinde uyanır, sonra düş gördüğümü anlar, yüzümde rahatlamış, sevinçli bir gülümsemeyle uykuma geri dönerdim

İstanbul’a taşınmamız akıllıca bir karardı. Babamın vefatı, ağabeylerimin başka şehirlere göç etmeleri,  ablalarımın evlenip gitmeleri sonucu annemle ikimiz kalmıştık Sivas’ta. Ben de üniversiteye başlayıp İstanbul’a gidince, bu defa annem yapayalnız kalmıştı. Başka akrabamız da yoktu. İstanbul’da biraz uzaktan da olsa yeni akrabalarla tanışmak güzeldi. Belki biraz uzaktan akrabalardı ama çok candan ve misafirperver insanlar olduklarından kısa zamanda kaynaşmış, sık sık görüşür olmuştuk.

Bir film artisti kadar yakışıklı, son derece şık giyinen ve mükemmel saz çalan Cemal Abi, eşi İsmet hanım ve iki kızı Nuriye, Yasemin bu ailelerden birisiydi. Ben de saz çaldığımdan onlara sık sık gider Cemal Abiden saz dersleri alırdım. Atik Ali semtinde bize yakın bir apartmanın giriş katında otururlardı.

Güzel bir bahar akşamı güneş batarken Üniversiteden yürüyerek eve dönüyordum. Bir yandan üstüme üstüme gelen evleri seyrediyor bir yandan her tarafa asılmış rengarenk çamaşırlara bakıyor, bir yandan da çok kötü yapılmış kaldırımlara ve çukurlarla dolu taş döşeli yolda düşüp bir yanımı kırmamak için yola konsantre olmaya çalışıyordum. Birden Cemal Ağabeylerin evinin önünde olduğumu fark ettim. Evin caddeye taşan eski Osmanlı tarzı kafesli demir penceresinden kıkırdamalar, gülüşmeler geliyordu. Merak edip pencereye yaklaştığımda iki küçük kızın pencereyi açmış kafesin içine yastıklar koymuş,  oturduklarını gördüm. Birisi 7 diğeri 5 yaşında, devamlı kıkır kıkır kıkırdayan, iki güzel sevimli kız çocuğu. Büyük olan kıvırcık saçlı kahverengi gözlü gülerken burnundan adeta güvercin sesleri çıkarıyor, kocaman yeşil gözlü, sarı saçları sıkı sıkı taranmış,  topuz yapılmış küçük olan ise, yüzünde muzip bir ifadeyle ablasını gülmesine katılıyor, ona eşlik ediyordu.

‘’Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz, akşam karanlığında pencereyi açmış kafesin içinde oturuyorsunuz. Ya buradan kötü niyetli biri geçse, vallahi elini bu demirden sokar ikinizi de boğar ‘’ dedim birazda abartarak korksunlar da içeri girsinler diye. Kızlar önce bana bir baktılar, sonra birbirlerine bakıp yine kıkırdamaya kahkahalar atmaya devam ettiler.

 ‘’Anneniz nerede sizin bakalım’’ diye üsteledim. Epey bir güldükten sonra annelerinin gezmeye gittiğini, kapıyı üstlerinden kilitlediğini, canları sıkıldığından kafesin içinde oturduklarını söylediler ve hemen gülmelerine devam ettiler. Bu defa onlar daha yumuşak bir ses tonuyla gece vakti pencerenin içinde oturmalarının sakıncalı olduğunu lütfen pencereyi kapatıp içerde oturmalarını rica ettim. Hiç beklemediğim bir uysallıkla pencereyi kapatıp içeri geçti oturdular. Ben de gidiyormuş gibi yapıp, birkaç adım attım ve evin duvarına yaslanıp beklemeye başladım.

Tahmin ettiğim gibi birkaç dakika sonra pencere yine açıldı ve eski yerlerini aldılar. Ben de yine karşılarına dikildim. Beni yine karşılarında görünce önce biraz korktular sonra da kahkahalarla gülmeye başladılar. O kadar güzel o kadar içten gülüyorlar, o kadar eğleniyorlardı ki ben de dayanamadım hep beraber epeyce güldük. Sonra bir daha pencereyi açmayacaklarına söz verip içeri geçti oturdular. Ben de bu defa onlara inanıp evimin yolunu tuttum.

İşte sevgili dostlarım. Aradan yıllar yıllar geçti. Ben neredeyse bütün dünyayı dolaştım. Nişanlandım ayrıldım. Evlendim ayrıldım.  İstanbul ‘a tatil için geldiğimde o kafesli pencerenin içinde kıkır kıkır gülen, koca koca yeşil gözlü, sarı saçlı, küçük kızı büyümüş serpilmiş ve çok güzel bir genç bir kız olarak buldum. Allah nasip etti, evlendim onunla, Yasemin’imle inanabiliyormusunuz? İşte o küçücük kız tam 32 yıl benimle evli kaldı.  Bana 32 yıl cenneti yaşattı. Deliler gibi aşık olduk, sevdik birbirimizi.. Sonunda henüz 52 yaşında kansere yakalandı ve 54 yaşında geçti gitti. Siz inanabiliyormusunuz. Ben hala inanamıyorum.  






1 yorum:

  1. Günaydın, sabahın erken saatinde ne iyi geldi böylesine bir Aşk, ne iyi geldi böylesine farkındalıklı samimi duygular. Her gün yazın, iki satır da olsa yazın. Yasemin ne hissettiğinizi, nasıl hissettiğinizi biliyor...

    YanıtlaSil