Sevgili dostlarım, güzel insanlar, bekli de artık sizlere
dert ortaklarım desem daha doğru olacak galiba, çünkü devamlı benim dertlerimi
okuyor mızmızlığıma katlanıyorsunuz. Emin olun ki başka çıkış yolum yok gibi.
Sizlere yazmak, sizlerle durumumu paylaşmak bana geçici de olsa bir huzur bir
rahatlık veriyor.
Eminim herkesin hayatında bir takım sürprizler oluşur. Bu
yazımda sizlerle 69 yıllık hayatımda yaşadığım sürprizlerden birini
paylaşıyorum. Sonra ki yazılarımda bu sürprizler devam edecek.
Ben henüz yirmili yaşların başlarındayken Sivas’taki baba
evimizi satıp, annem ile çok yaşlı bir şoförün kullandığı, daha hesaplı olsun
diye eşyalarımızı inşaat malzemeleri üstüne yüklediğimiz bir kamyonla
İstanbul’a taşınmış, Karagümrük’de kiraladığımız bir evin alt katına
yerleşmiştik. Ne kadar mutlu olmuştum. Ne severdim İstanbul’u. Bazen
rüyalarımda İstanbul’dan başka bir yere taşındığımızı görür, kan ter içerisinde
uyanır, sonra düş gördüğümü anlar, yüzümde rahatlamış, sevinçli bir
gülümsemeyle uykuma geri dönerdim
İstanbul’a taşınmamız akıllıca bir karardı. Babamın vefatı, ağabeylerimin
başka şehirlere göç etmeleri, ablalarımın
evlenip gitmeleri sonucu annemle ikimiz kalmıştık Sivas’ta. Ben de üniversiteye
başlayıp İstanbul’a gidince, bu defa annem yapayalnız kalmıştı. Başka akrabamız
da yoktu. İstanbul’da biraz uzaktan da olsa yeni akrabalarla tanışmak güzeldi.
Belki biraz uzaktan akrabalardı ama çok candan ve misafirperver insanlar
olduklarından kısa zamanda kaynaşmış, sık sık görüşür olmuştuk.
Bir film artisti kadar yakışıklı, son derece şık giyinen ve
mükemmel saz çalan Cemal Abi, eşi İsmet hanım ve iki kızı Nuriye, Yasemin bu
ailelerden birisiydi. Ben de saz çaldığımdan onlara sık sık gider Cemal Abiden
saz dersleri alırdım. Atik Ali semtinde bize yakın bir apartmanın giriş katında
otururlardı.
Güzel bir bahar akşamı güneş batarken Üniversiteden yürüyerek
eve dönüyordum. Bir yandan üstüme üstüme gelen evleri seyrediyor bir yandan her
tarafa asılmış rengarenk çamaşırlara bakıyor, bir yandan da çok kötü yapılmış
kaldırımlara ve çukurlarla dolu taş döşeli yolda düşüp bir yanımı kırmamak için
yola konsantre olmaya çalışıyordum. Birden Cemal Ağabeylerin evinin önünde
olduğumu fark ettim. Evin caddeye taşan eski Osmanlı tarzı kafesli demir
penceresinden kıkırdamalar, gülüşmeler geliyordu. Merak edip pencereye
yaklaştığımda iki küçük kızın pencereyi açmış kafesin içine yastıklar koymuş, oturduklarını gördüm. Birisi 7 diğeri 5
yaşında, devamlı kıkır kıkır kıkırdayan, iki güzel sevimli kız çocuğu. Büyük
olan kıvırcık saçlı kahverengi gözlü gülerken burnundan adeta güvercin sesleri
çıkarıyor, kocaman yeşil gözlü, sarı saçları sıkı sıkı taranmış, topuz yapılmış küçük olan ise, yüzünde muzip
bir ifadeyle ablasını gülmesine katılıyor, ona eşlik ediyordu.
‘’Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz, akşam karanlığında
pencereyi açmış kafesin içinde oturuyorsunuz. Ya buradan kötü niyetli biri
geçse, vallahi elini bu demirden sokar ikinizi de boğar ‘’ dedim birazda
abartarak korksunlar da içeri girsinler diye. Kızlar önce bana bir baktılar,
sonra birbirlerine bakıp yine kıkırdamaya kahkahalar atmaya devam ettiler.
‘’Anneniz nerede
sizin bakalım’’ diye üsteledim. Epey bir güldükten sonra annelerinin gezmeye
gittiğini, kapıyı üstlerinden kilitlediğini, canları sıkıldığından kafesin
içinde oturduklarını söylediler ve hemen gülmelerine devam ettiler. Bu defa
onlar daha yumuşak bir ses tonuyla gece vakti pencerenin içinde oturmalarının
sakıncalı olduğunu lütfen pencereyi kapatıp içerde oturmalarını rica ettim. Hiç
beklemediğim bir uysallıkla pencereyi kapatıp içeri geçti oturdular. Ben de
gidiyormuş gibi yapıp, birkaç adım attım ve evin duvarına yaslanıp beklemeye
başladım.
Tahmin ettiğim gibi birkaç dakika sonra pencere yine açıldı
ve eski yerlerini aldılar. Ben de yine karşılarına dikildim. Beni yine
karşılarında görünce önce biraz korktular sonra da kahkahalarla gülmeye
başladılar. O kadar güzel o kadar içten gülüyorlar, o kadar eğleniyorlardı ki
ben de dayanamadım hep beraber epeyce güldük. Sonra bir daha pencereyi
açmayacaklarına söz verip içeri geçti oturdular. Ben de bu defa onlara inanıp
evimin yolunu tuttum.
İşte sevgili dostlarım. Aradan yıllar yıllar geçti. Ben
neredeyse bütün dünyayı dolaştım. Nişanlandım ayrıldım. Evlendim ayrıldım. İstanbul ‘a tatil için geldiğimde o kafesli
pencerenin içinde kıkır kıkır gülen, koca koca yeşil gözlü, sarı saçlı, küçük kızı
büyümüş serpilmiş ve çok güzel bir genç bir kız olarak buldum. Allah nasip
etti, evlendim onunla, Yasemin’imle inanabiliyormusunuz? İşte o küçücük kız tam
32 yıl benimle evli kaldı. Bana 32 yıl
cenneti yaşattı. Deliler gibi aşık olduk, sevdik birbirimizi.. Sonunda henüz 52
yaşında kansere yakalandı ve 54 yaşında geçti gitti. Siz inanabiliyormusunuz.
Ben hala inanamıyorum.

Günaydın, sabahın erken saatinde ne iyi geldi böylesine bir Aşk, ne iyi geldi böylesine farkındalıklı samimi duygular. Her gün yazın, iki satır da olsa yazın. Yasemin ne hissettiğinizi, nasıl hissettiğinizi biliyor...
YanıtlaSil