Yasemin’imi kaybettikten sonra, 40 mum efsanesini veya
inanışını beni ziyaret eden dostlardan dinledim. Bazı okurlarımın yazdıklarından
okudum.
Bilmeyenler için yazıyorum; Bu efsaneye veya inanışa göre bir
insan çok sevdiği birisini kaybedince içinde 40 mum yanmaya başlarmış ve her
geçen gün mumlardan birisi sönermiş.
40 günün sonunda sadece bir mum yanık kalırmış ve ölene
kadar o mum sönmezmiş.
İnsanı duygulandıran güzel bir inanış, güzel bir hikaye. Ama
benim mumlarım yanmaya çok önceden başladılar.
İki yıl kadar önce Yasemin’im bana yüzünde endişe dolu bir
ifadeyle “ Sevgilim bak sol mememde bir sertlik var” dediği anda o mumların
ateşini ilk defa içimde hissettim
Her kan testi, her film, her tomografi, her ultrason, her
pet makinesi, her M.R sonrası yanan mumlar daha bir fazlalaştılar. Sonuçlar
ortaya çıkınca o mumlar neredeyse bir meşaleye dönüştüler.
Sevgilimin ameliyat öncesi yaşadıkları, onu ameliyata
hazırlarken ve ameliyat sonrası yaşadıklarım inanın cayır cayır yaktı içimi.
Kemoterapi için her İzmir’e gittiğimizde, her kemoterapi
seansı sırasında da cayır cayır yandı içim.
Tedaviden sonra Marmaris’e, evimize dönerken Sakar’dan aşağı
inip, Gökova Körfezine kavuşunca o mumların bazılarını söndüğünü, ferahladığımı
hissettim. Üç hafta için de olsa evimize dönüyorduk.
İşte her üç haftada bir mumlar bir yandılar, bir söndüler.
24 hafta böyle geçti.
Sonra neler oldu? Sonradan yaşadıklarımıza girip sizleri üzmek
istemiyorum. O kadar acı yaşadık ki güzelimle elele, gözgöze, çaresiz o hastane
odalarında!!!
Bir bakıma, her şey gibi o mumların da ateşini paylaştık
birlikte biz. Ama Yasemin ellerimden kayıp gidince artık o mumların ateşine
dayanamaz hale geldim.
Yasemin’imi kaybettiğimin ikinci gecesi “Yasemin Bak Yeşil,
Yeşil” adını verdiğim kitabımı yazmaya başladım ve gece gündüz neredeyse hiç
ara vermeden üç ay yazdım.
Bu kitap hayatımı kurtardı belki de. Duygularım o kadar
yoğundu ki. Yazdıkça yazdıkça mumların bir kısmının söndüğünü hissettim.
Sonra duygularımı sizlerle paylaşmaya başladım. Sonra
sizlerden bana mesajlar gelmeye başladı. O mumların bir kısmını da sizler
söndürdünüz.
Her şeye rağmen hayat devam ediyor, ama hayat çok acımasız
dostlarım. Öyle acımasız ki! Yılbaşı, Anneler
günü, sevgililer günü, bahar çiçekleri, badem ağaçları, gelincikler derken o
mumların sayısı nasıl artıyor, nasıl yanıyorlar bilemezsiniz.
Artık çok yoruldum ve yıprandım. İnanın bu mumlarla savaş
sonunda çok yordu beni.
Kendime kıymayacak kadar inançlı birisiyim. Ama artık bıçak
kemiğe dayandı. İnceldiği yerden kopsun moduna girdiğimi de itiraf etmek
zorundayım.
69 yaşına girmek üzereyim. Bir aydan az zaman kaldı. “Adam
olana yeter bu kadar yaşamak” diye düşündüğüm çok oluyor son günlerde.
Yasemin’imle öyle güzel bir 32 yıl yaşadık ki. O günlere dönmemin
artık imkansız olduğunu biliyorum. Kabul ettim sonunda. Yani yenildim.
O yanımda olmadan yaşadığım, daha doğrusu, ayakta durmaya
çalıştığım bu hayatın artık bu kadar çabaya değip değmediğine de emin değilim.
Açıkçası bundan sonra ne olup biteceği, bana ne olacağı da
umurum da değil.
İngilizlerin sevdiğim bir lafı vardır, içinde bulunduğum
duruma sanki cuk oturuyor.
“As the blind man says let’s see what happens”
Kör adamın söylediği gibi “Görelim bakalım ne olacak”.
İşte “Yasemin, Bak Yeşil Yeşil” ismini koyduğum kitabım da
sonunda basıldı geldi. Herhalde bu da son görevim.
Mayıs 14, Perşembe günü saat 18-21 arası (6-9) Marmaris
Müjdat Gezen Kültür Merkezinde (Eski Hal Binası) imza günüm var.
Gelebilirseniz sevinirim, ikimizde seviniriz.
Ne olursa olsun, ne olacaksa varsın olsun, hepinize büyük
bir teşekkür borçluyum.
Aylardır bize ve yazılarıma ilgi gösterdiniz, dayandınız,
tahammül ettiniz.
Bir çoğunuzu hiç tanımasam da sizleri çok seviyorum,
seviyoruz aslında!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder