11 Mayıs 2015 Pazartesi

40 MUM EFSANESİ



Yasemin’imi kaybettikten sonra, 40 mum efsanesini veya inanışını beni ziyaret eden dostlardan dinledim. Bazı okurlarımın yazdıklarından okudum.

Bilmeyenler için yazıyorum; Bu efsaneye veya inanışa göre bir insan çok sevdiği birisini kaybedince içinde 40 mum yanmaya başlarmış ve her geçen gün mumlardan birisi sönermiş.

40 günün sonunda sadece bir mum yanık kalırmış ve ölene kadar o mum sönmezmiş.

İnsanı duygulandıran güzel bir inanış, güzel bir hikaye. Ama benim mumlarım yanmaya çok önceden başladılar.

İki yıl kadar önce Yasemin’im bana yüzünde endişe dolu bir ifadeyle “ Sevgilim bak sol mememde bir sertlik var” dediği anda o mumların ateşini ilk defa içimde hissettim

Her kan testi, her film, her tomografi, her ultrason, her pet makinesi, her M.R sonrası yanan mumlar daha bir fazlalaştılar. Sonuçlar ortaya çıkınca o mumlar neredeyse bir meşaleye dönüştüler.

Sevgilimin ameliyat öncesi yaşadıkları, onu ameliyata hazırlarken ve ameliyat sonrası yaşadıklarım inanın cayır cayır yaktı içimi.

Kemoterapi için her İzmir’e gittiğimizde, her kemoterapi seansı sırasında da cayır cayır yandı içim.

Tedaviden sonra Marmaris’e, evimize dönerken Sakar’dan aşağı inip, Gökova Körfezine kavuşunca o mumların bazılarını söndüğünü, ferahladığımı hissettim. Üç hafta için de olsa evimize dönüyorduk.

İşte her üç haftada bir mumlar bir yandılar, bir söndüler. 24 hafta böyle geçti.

Sonra neler oldu? Sonradan yaşadıklarımıza girip sizleri üzmek istemiyorum. O kadar acı yaşadık ki güzelimle elele, gözgöze, çaresiz o hastane odalarında!!!

Bir bakıma, her şey gibi o mumların da ateşini paylaştık birlikte biz. Ama Yasemin ellerimden kayıp gidince artık o mumların ateşine dayanamaz hale geldim.

Yasemin’imi kaybettiğimin ikinci gecesi “Yasemin Bak Yeşil, Yeşil” adını verdiğim kitabımı yazmaya başladım ve gece gündüz neredeyse hiç ara vermeden üç ay yazdım.

Bu kitap hayatımı kurtardı belki de. Duygularım o kadar yoğundu ki. Yazdıkça yazdıkça mumların bir kısmının söndüğünü hissettim.

Sonra duygularımı sizlerle paylaşmaya başladım. Sonra sizlerden bana mesajlar gelmeye başladı. O mumların bir kısmını da sizler söndürdünüz.

Her şeye rağmen hayat devam ediyor, ama hayat çok acımasız dostlarım.  Öyle acımasız ki! Yılbaşı, Anneler günü, sevgililer günü, bahar çiçekleri, badem ağaçları, gelincikler derken o mumların sayısı nasıl artıyor, nasıl yanıyorlar bilemezsiniz.

Artık çok yoruldum ve yıprandım. İnanın bu mumlarla savaş sonunda çok yordu beni.

Kendime kıymayacak kadar inançlı birisiyim. Ama artık bıçak kemiğe dayandı. İnceldiği yerden kopsun moduna girdiğimi de itiraf etmek zorundayım.

69 yaşına girmek üzereyim. Bir aydan az zaman kaldı. “Adam olana yeter bu kadar yaşamak” diye düşündüğüm çok oluyor son günlerde.

Yasemin’imle öyle güzel bir 32 yıl yaşadık ki. O günlere dönmemin artık imkansız olduğunu biliyorum. Kabul ettim sonunda. Yani yenildim.

O yanımda olmadan yaşadığım, daha doğrusu, ayakta durmaya çalıştığım bu hayatın artık bu kadar çabaya değip değmediğine de emin değilim.

Açıkçası bundan sonra ne olup biteceği, bana ne olacağı da umurum da değil.

İngilizlerin sevdiğim bir lafı vardır, içinde bulunduğum duruma sanki cuk oturuyor.

“As the blind man says let’s see what happens”

Kör adamın söylediği gibi “Görelim bakalım ne olacak”.

İşte “Yasemin, Bak Yeşil Yeşil” ismini koyduğum kitabım da sonunda basıldı geldi. Herhalde bu da son görevim.

Mayıs 14, Perşembe günü saat 18-21 arası (6-9) Marmaris Müjdat Gezen Kültür Merkezinde (Eski Hal Binası) imza günüm var.

Gelebilirseniz sevinirim, ikimizde seviniriz.

Ne olursa olsun, ne olacaksa varsın olsun, hepinize büyük bir teşekkür borçluyum.

Aylardır bize ve yazılarıma ilgi gösterdiniz, dayandınız, tahammül ettiniz.

Bir çoğunuzu hiç tanımasam da sizleri çok seviyorum, seviyoruz aslında!!!









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder