1 Mayıs 2015 Cuma

BELKİ BİZ YİNE BİZ OLURUZ!!!



Anadolu’da kadın olsun, erkek olsun yaşlılar, küfretmezler. Küfretmek onların inanışına göre günahtır. Ama bıçak kemiğe dayandığında beddua ederler.

Bu bedduaların en önde gideni de “karın ölsün” dür.

Çünkü o insanlar eşini kaybeden bir erkeğin ne hallere düşeceğini, ne kadar acı çekeceğini, tabiri caizse ne kadar rezil olacağını bilirler.

Çünkü o insanlar eşini kaybeden bir erkeğin hayatının altüst olacağını ve artık hayatında hiçbir şeyin aynı olmayacağını, bir daha da iflah olmayacağını da çok iyi bilirler.

Şimdi bu bedduanın neden söylendiğini, ne anlattığını çok iyi anlıyorum.

İnsanın hayat arkadaşını kaybetmesi o kadar farklı, o kadar tahammül edilmesi zor bir acı ki, hiçbir acıya benzemiyor.

32 yıl bir yastığa baş koyduğunuz, içtiğiniz su ayrı gitmemiş, gözyaşlarınızı, sevincinizi, mücadelenizi, yoksulluğunuzu, endişelerinizi, sırlarınızı her şeyinizi paylaştığınız insanı kaybediyorsunuz.

Sizi siz yapmış, karakterinizi belirlemiş, ne olursa olsun hep yanınızda olmuş, en kötü zamanlarınızda size kanat germiş, en iyi arkadaşınız, en ihtiyaç duyduğunuz, en sevdiğiniz, en alıştığınız insan sonsuza kadar yok oluyor, kayboluyor hayatınızdan çıkıp gidiyor.

Yasemin’imle Kanada’da yaşarken bazı geceler rüyalarımda Yasemin’in Türkiye’ye tatile gittiğini ve artık Kanada’ya, bana dönmemeye karar verdiğini görür, kalbim çarpa çarpa ter içinde uyanırdım.

Düşünebiliyormusunuz ben sevgilimin rüyalarımda bile benden ayrılmasına dayanamazdım.

Bir de Anadolu’da “fakiri dövme üstünü yırt” derler.

Tam benim içinde bulunduğum durumu anlatıyor.

Sen hayatta en değer verdiğim, en sevdiğim varlığı elimden al, sonrada “bak onu aldık ama sana bir şey yapmadık, sen hala hayattasın” diye önüme sadaka atar gibi acılarla dolu, tatsız tuzsun, günlerimi saydığım bir ömür at.

Demek ki Allah’tan reva dedikleri bu.

Yasemin hayattayken eğer ona bir şey olursa, bunun benim de sonum olacağını ve kendisiyle gideceğimi söylemiştim. Kim bilir kaç kez.

“Sen yaşarsın, yaşarsın, bak ağabeylerin ablaların kaç yaşına geldiler” derdi.

Altı aydır sabahları aynada şimdiye kadar hiç görmediğim, tanımadığım, üzgün, yorgun, hayata küsmüş ihtiyar bir adamla birbirimize hayretler içerisinde bakışıp duruyoruz.

Ben Yasemin’e verdiğim sözü tutmuş, onunla gitmişim demek ki. Çünkü bu aynadaki adamı hakikaten tanımıyorum. Daha önce hiç görmedim.

Aradan altı ay geçti ama ben hala Ezan sesi duyduğum zaman hem çok korkuyor hem çok ürküyorum.

Yine Yasemin’imin ölüm haberini anons edecekler zannediyorum. Tüylerim diken diken oluyor.

Ben o anonsu duymamak için ölmeyi seve seve tercih ederdim.

Sevdiğinizi toprağa verirken kendinizde gömülmüş gibi hissediyorsunuz.

Her şey hemen birkaç dakikada bitiveriyor.

Ölümle hayat arasında sıkıştığınızı hissediyor, şaşırıp kalıyorsunuz.

Sonra kendi kendinize “şimdi ben ne olacağım, ben niye yaşıyorum ki” diye sormaya başlıyorsunuz.

Yasemin seneler önce sanki başına geleceği sezmişti.

Kayserinin Ağırnas kasabasına gitmiştik, Mimar Sinan’ın evini görmeye. Evi ziyaret ettikten sonra köyü gezerken bir yetkili bize bir yeraltı şehri olduğunu ve buralara kadar gelmişken ziyaret etmeden gitmememizi önermişti. Adam o kadar ısrar etmişti ki sonun da mecbur kalmış yer altı şehrini görmeye gitmiştik..

Mağara gibi karanlık bir yere girmiştik. Yürüdükçe tavan alçalmaya ve daha karanlık bir hale gelmeye başlamıştı mağaranın içi. Sonra eğilerek yürümeye başlamıştık. Yol gittikçe daralmış ve daha karanlıklaşmıştı. Sonunda artık yalnız bir kişinin yürüyebileceği darlığa erişmişti.

Birden Yasemin” “ben kendimi iyi hissetmiyorum Güven” demiş ve alelacele geldiğimiz yoldan gerisin geri mağaranın dışına çıkmıştık.

Yasemin’in bütün vücudu zangır zangır titremeye başlamıştı. Belki iki saat durmadan ağlamış, iki saat boyunca ona sarılmış, teselli etmeye çalışmıştım. O kadar kötü olmuştu ki.

İşte sevgilimi toprağa verirken, mezara her atılan kürek dolusu toprağı geri atmak, mezarı doldurmaya çalışan insanlara bu hikayeyi anlatmak onlara yalvarmak, onları durdurmak istedim.

Onlara Yasemin’in karanlığı, dar yerleri sevmediğini, kendisini çok kötü hissedeceğini söylemek istedim.

Yasemin’i kucaklayıp Ağırnasta’ki gibi kollarıma alıp teselli etmek istedim.

“Tamam canım bak dışarıdayız geçti artık demek istedim”. Onu alıp oradan kaçırmak istedim.

Etrafımda o kadar çok adam, o kadar çok şey söylüyorlardı ki hiçbir şey anlayamadığım.

Öyle bir gayretle dolduruyorlardı ki mezarı. Hangisine bakacağımı şaşırdım.

Sanki suç delillerini ortadan kaldırıp, biran önce gözden kaybolmak istiyor gibiydiler.

Bir an delireceğimi sandım.

Bütün vücudum titremeye başladı çaresizlikten.

Ölmek istedim. Çünkü o anda yaşadıklarımdan, çektiğim acıdan, daha kötü olamaz ölüm diye düşündüm.

Ölümün her türlüsüne razıydım. Kalp krizine, beyin kanamasına hatta cenazeye gelen, silahlı bir hayır sahibi belki beni vurur diye ümitlendim.

Yemin ederim beni vursunlar istedim.

Sonra birden Yasemin’le birlikte gömülüyormuşum gibi hissettim.

Ben ikizler burcuydum ve Yasemin ikizlerden iyi olanını, neşeli, hayat dolu, hayata bağlı iyi yürekli olanını beraberinde götürüyordu.

Yani beraber gömülüyorduk. Sevgilim yalnız değildi, yine yanındaydım.

Her zaman ki gibi doğru ve akıllı bir seçim yapmıştı.

Bana hiç tanımadığım, tanıyamayacağım, tanımak istemediğim diğerini bırakmıştı. Çok ara sıra ortaya çıkan beni, ikizlerden sevmediğini.

Aslında iki ölüm gerçekleşmiş gömülen iki kişiydi. Yasemin ve benim güzel yanım.

Sevinmiş, biraz olsun rahatlamıştım.

Sonra tam düşündüğüm gibi oldu hayatım. Sadece gözyaşlarım benim kaldı. Her şeyden soğudum.

Artık hiç tanımadığım bir adamla yaşıyorum daha doğrusu yaşamaya çalışıyorum. Onu tanımaya uğraşıyorum.

Pek bayıldığım da söylenemez. Yaşlı, negatif ve aksi birisiyle yaşamak kolay olmuyor.

Demek ki Yaseminmiş benim iyi tarafımı ortaya çıkaran, bana kim olduğumu fısıldayan.

O fısıltı olmadan kulaklarımda artık kim olduğumu bilmiyorum. Hakikaten bilmiyorum.

Bilmekte umurumda değil. Aldırmıyorum bile artık. Günü yaşıyorum.

Yarım vücutla ne kadar yaşanabilirse. İşte o kadar günü yaşıyorum.

Yani Yasemin gitti. Ben bittim. Biz bittik. O kadarını biliyorum.

Belki bir gün başka bir mekanda,

başka bir boyutta,

Yasemin’ime sarılırsam ben yine ben, biz yine biz oluruz.

Hep dersiniz ya “Allah’tan ümit kesilmez” diye

Kesilmiyor işte.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder