“BABA” bütün hayatı boyunca “bu paranın üstü nerde” diye
soran zavallıya denir.
Çocuk sevgisi kitaplardan, internetten, haybeden öğrenilmez.
Çocuk sevgisi yaşanır.”Biz böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyoruz.
Sevecek olsak etrafta çocuk mu yok” gibi entel dantel yorumlar züğürt
tesellisidir. Bunu da en iyi bu yorumları yapanlar bilirler.
Dedim ya çocuk sevgisi yaşanır, öğrenilmez, çünkü o sevgi
bambaşka bir sevgidir. Ne bitki, ne hayvan, ne insan, ne sevgili, ne arkadaş,
ne anne, ne de baba sevgisine benzer. Sihirli bir sevgidir. Gizemlidir, efsanevidir,
esrarengizdir.
Eşi benzeri olmayan daha önce hiç hissetmediğiniz apayrı bir
sevgidir o. Siz bu sevgiyi ancak çocuğunuzu bağrınıza bastığınızda, kokusunu
ciğerlerinize çektiğinizde, kalbinizin bir başka çarptığını fark ettiğinizde,
hissedersiniz, anlarsınız.
Hayatınız değişir. O minicik varlığın üstüne titrersiniz.
Seversiniz seversiniz daha fazla seversiniz, doyamazsınız.
Birden bir mesuliyet duygusu çöker üstünüze. Bir koruma
hissi damardan girer ve kimyasallar gibi yapışır vücudunuza. Hayatınızın sonuna
kadar, çocuğunuz kaç yaşına gelirse gelsin bu hissin sizinle yaşayacağını,
sizinle öleceğini bilirsiniz.
İlk günler, hatta ilk aylar, çocuğunuza gereken ilgiyi
göstermek, gereken hizmeti vermek için birbirinizle yarışırsınız. “Ay ne olur
be sefer altını ben değiştireyim” diye birbirinize rica edersiniz. “Ay çişini
ne kadar güzel yapıyor, kakası da varmış çocuğumun” gibi çocuğunuzun hiç
anlamayacağı iltifatlarda bulunursunuz.
Bu sevinç ve heyecan birkaç ay sonra Allah’ın o kaka ve çişe
koku ilave etmesine kadar devam eder.
Sonra “Ay bu yine altını doldurdu, kokuyor”lar başlar. Erkek
yavaş yavaş alt değistirmelerden kendini soyutlamaya çalışır. Sonunda “Yahu
yine bu sıçtı galiba, hayatım şunun altını değiştirsene dediği an iş bitmiştir.
Hastalıklar başlar, öksürük, soğuk algınlığı, boğmaca, kızamık, bademcik, orta kulak
iltihabı, gaz sorunları, suçiçeği. Günlerce gecelerce çocuğunuzun başında oturursunuz.
Bilhassa eğer suçiçeği geçiriyorsa aman elini yüzüne
götürmesin, yolmasın yüzünde gözünde iz kalmasın diye bir dakika gözünüzü
kırpmadan başına dikilir ayakta sallanırsınız ama uyumazsınız. Gizemli bir
sabır peydahlanmıştır bünyenizde, siz de hayret edersiniz.
Çocuğunuz her hafta bir bukelemun gibi değişir. Daha
beşikteyken politika nedir bilir kerata. Bir hafta anneye, bir hafta babaya
benzer. Yani iki tarafı da idare eder.
Derken büyür. Çok çabuk büyür. Yakalayamazsınız,
inanamazsınız. Veeeee! Hiç hazırlıklı olmadığınız KREŞ günleri gelir.
Bir kreş bulursunuz, beğenmezsiniz. Başka bir kreş
bulursunuz, bu seferde onlar sizi beğenmezler. Doğru kreşi bulmak zaman alır.
Sonunda çocuk öyle veya böyle bir yere yerleştirilir.
İlk günler içiniz içinizi yer. Kalbiniz hiç alışık
olmadığınız bir ritimde çalışmaya başlar. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın
çocuğunuz aklınızdan çıkmaz.
“Acaba yemeğini yiyormu? Arkadaşlarına, öğtretmenine
alıştımı? Ayrılırken ne kadar da mahzun bakıyordu güzelim. İyi mi yaptık acaba?
Sanki biz kreşlerde büyüdük de ufacık çocuğu kreşe bıraktık. İnşallah kakasını
çişini altına yapmaz” diye hayıflanır, endişe üstüne endişe yaşarsınız.
Sonra “Canım o kadar para alıyorlar herhalde bu paranın
hakkını verirler. O kadar çocuk var emniyetli bir yer olmasa anneler babalar
çocuklarını emanet ederlermiydi? Bir tek bizimki değil ya, bir yığın çocuk var
“ diye kendi kendinizi sesli teselli edersiniz. Ama söylediklerinizde samimi
olmadığınızı sizde bilirsiniz. Ne yaparsanız yapın, ne düşünürseniz düşünün,
çocuğunuzu özlersiniz.
Neyse ki çocuğunuz birden hızlı bir şekilde öğrenmeye ve
kelime haznesini geliştirmeye başlar. Mesela evde sizlerle otururken birden “Göt”diyiverir.
Siz hayretler içinde bakarken meleğiniz, çük, kaka, bok, ilk harfi “S” ile
başlayan erkeklik uzvu ve ilk harfi ”A” ile başlayan kadın üreme organını da
sıralar.
Çocuğunuzun anatomide bu kadar kısa zamanda böyle inanılmaz
bir aşama göstermesi adeta beyninizi kamaştırır, koltuklarınız kabarır ve hemen
bu gidişe acil bir çözüm aramaya başlarsınız.
“Vallahi efendim” derler kreş yetkilileri, “çocuklar
birbirlerinden öğreniyorlar. Biz elimizden geleni yapıyoruz, ama maalesef
çocukların ağzını bantlayamayız. Evlerinde ne duyuyorlarsa onları tekrar
ediyorlar”.
İçinizden “ Ulan acaba elinizden geleni yapmasaydınız bu
çocuklar acaba daha neler neler söylerlerdi acaba” demek gelir ama efendiliğe
vurur susarsınız. Silahla şaka olmaz. Kreşle de şaka olmaz. Anında öğreniverirsiniz.
Sonra ki günler çocuğunuz ağzını açar açmaz tüylerinizin diken
diken olduğunu hissederek geçer. Ama zamanla alışırsınız. İlk günlerde
gösterdiğiniz reaksiyonu artık göstermediğinizi fark eden çocuğunuzda bunu fark
eder ve oyunun heyecanı kalmadığından o kadar fazla sövmez.
Başka şeylere de alışırsınız. Çocuğunuz bir gün eve morarmış
bir gözle, veya suratında veya kolunda bir diş iziyle, veya kafasında koca bir
şişle gelir. Bunları da sineye çekmek zorunda kalırsınız. “Ne de olsa artık
kreşe, öğretmenlerine arkadaşlarına alıştı canım” dersiniz.. Çocuğunuzun
kreşinin bir çocuk değil, bir hayvan bırakmaya bile uygun olmadığını bile bile
yeni bir kreş bulma zahmeti yerine işi pişkinliğe vurursunuz.
Bu arada çocuğunuzun hastalığı hiç bitmez. Aslında çocuk
sahiplerinin hasta, soğuk almış grip olmuş çocuklarını sadistik bir zevkle,
hastane yerine kreşe getirmeyi tercih ettiklerinden bütün çocuklar hastadır.
Neyse ki dünyanın hemen hemen her ülkesinde yasaklanan antibiyotikler imdada
yetişirler.
Ve bir gün çocuğunuz kaybolur. Deli danalar gibi yollara düşersiniz.
Saç tellerinizde dahil vücudunuzdaki bütün organlarınız alarma geçer.
Rastladığınız insanlara panik içerisinde “Çocuğum kayboldu ne olur onu bulmam
yardım edin” diye yalvarır ağlarsınız. Onu tanıyanlar aramaya başlarlar.
Tanımayanlara nefes nefese onu anlatırsınız.. “Kıvırcık saçlı dersiniz, kocaman
kocaman gözleri var dersiniz. Çocuğunuzun üstündeki elbiselerini tarif
edersiniz, ağlarsınız. Kafanızda bin bir senaryo üreterek her tarafa
bakarsınız. Bu arada ellerinizi açıp Allah’a dua etmeyi de unutmazsınız.
Öfkelenirseniz de. “Bir elime geçerse ben ona gösteririm” gibi sesli
tehditlerde sallar, defalarca tekrarlarsınız. Ağlarsınız.
Sonra çocuğunuzu bulursunuz veya bulurlar. Ona öyle bir
sarılırsınız ki ne öfkeniz kalır ne
kızgınlığınız. Ağlarsınız, sarılır sarılır ağlarsınız. Etrafınızdaki herkese
defalarca teşekkürler edersiniz. Çocuğunuzu kucağınızdan indirmek aklınıza
gelmez. Öpersiniz koklarsınız saçlarıyla oynarsınız. Dünyalar sizin olur.
Kendinizi yeniden doğmuş gibi hissedersiniz.
Aradan bir süre geçer. Çocuğunuz yine kaybolur.
Meleğinizin artık ilkokula başlamaya hazırdır. Kreşten
öğreneceğini öğrenmiştir. Mükemmel küfreder, göz morartmaya ve kendi gözünün morarmasına
alışmıştır. Elindeki ucu açılmış kurşun kalemin veya tükenmez kalemin mükemmel
bir silah olarak kullanılabileceğini bilir. Kafası arkadaşlarından ve bazı
öğretim üyeleri tarafından yeteri kadar kalınlaştırılmıştır.
Ona okul kıyafetlerini ihtimamla giydirir elinden tutar
okula götürürsünüz. Okul dağıldığında da gider alırsınız. Bu işlem çocuk artık
okuluna kendi arkadaşlarıyla gidebilecek duruma gelinceye kadar devam eder.
Sonra bir gün ona okuluna kendi başına gitmesi gerektiğini anlatır
uğurlarsınız. O geri gelene, eve dönene kadar kalbiniz öyle bir çarpar, öyle
bir çarpar
ki.
Neyse aradan birkaç ay geçer ve çocuğunuz artık okuluna
alışır. Eğer şanslıysanız öğretmenini ve arkadaşlarını sever, okuluna
problemsiz gidip gelmeye başlar. Tam bir ohhh çekeceğiniz zaman, birden
çocuğunuzun kafasında bir acaiplik, bir haraketlilik dikkatinizi çeker, ve
bitlenmeyle tanışırsınız.
Tam bir yıl sabırla o güzelim bukleli kıvır kıvır saçları
kesmeye kıyamadığınız için çocuğunuzun kafasında sirke ayıklar ilaç sürersiniz.
Bu arada kendiniz bitlenmemek için elinizden geleni yaparsınız. Tam bitti
derken her şey yeniden başlar. Neredeyse çocuk okulundan mezun oluncaya kadar
bit ayıklar, sirke temizlersiniz.
Sonunda ilkokul biter, ortaokul dönemi başlar ve çocuğunuz
teknoloji ile tanışır.
Onu önünüze oturtup bit ayıkladığınız günleri bile ararsınız
çünkü şeytan sabırla sırasını beklemiş, yavrucuğunuzun beynini parselleyip
parça parça ele geçirmeye hazırdır.
Okula giderken aman yabancılarla sakın konuşma diye ikaz
ettiğiniz o çocuk kimlerle tanışır, kimlerle, ne yabancılarla inanamazsınız cep
telefonuna alıştıkça.
Mesajlarını okumaya niyetlenirsiniz. Ama bu fikri hem etik
bulmaz hem de okuyacaklarınızdan dehşete düşmekten korkarsınız.
Gün geçtikçe çocuğunuzun sizden yavaş yavaş uzaklaştığını
hissedersiniz. Artık çağrılmadan, ikaz edilmeden hiçbir şey yapmaz. Gözleri ve
parmakları devamlı cep telefonun üzerindedir. Dışarı çıkıp oynamaz.
Kırk defa yemeğe çağırırsınız. O özene bezene yaptığınız
tablo gibi yemeklere gözünü telefonunun
ekranından alamadığı için bakmaz fark etmez bile. Yemek yemez, yüzünü doldurur
ve kalkar yine köşesine gider.
Bir ara ayağa kalktığında sevinirsiniz ama onun telefonunu
şarja takıp bu seferde bilgisayar ekranında kaybolduğunu görürsünüz. Sevinciniz
kursağınızda kalır. “Ekranın kararsın, virüsler girsin” diye beddua etmek bile
gelir içinizden.
Bu böylece devam eder gider ve bu sorun her gün daha müzmin
ve rahatsız bir hal alır. Yemek sırasında veya otururken cep telefonunu
yasaklarsınız. Suratı o kadar asılır ki “lanet olsun” der tekrar geri
verirsiniz.
Çok üzülürsünüz. O eski güzel günlerin artık geride
kaldığını kabul etmek kolay değildir. Çocuğunuza sarılarak, filmler, diziler
seyrettiğiniz, saçlarını okşadığınız, onu koklayıp bağrınıza bastığınız günleri
çok ama çok özlersiniz.
Sonra çaresizliğiniz daha da artar ve ellerinizi açıp
tanrıya ”Neden böyle tanrım diye” sorarsınız. “Beni bu işe karıştırmayın” diye
cevap gelir. “Benim teknoloji ile işim olmaz. Çocuklarınızı benden ve benim
yarattıklarımdan uzaklaştırmak için elinizden geleni yaptınız. Çocuklarınızın
artık dünyadan haberi yok. Cep telefonlarını, ipetleri, bilgisayarları,
bilgisayar oyunlarını ben mi icat ettim de benden yardım istiyorsunuz.”
Birden babanızın size yaptığı güzellikler aklınıza gelir. Şöyle
elinizin tersiyle bir tane çakmayı düşünürsünüz.
Sonra aklınıza o dünyanın parasını harcayıp aldığınız ideal çocuk
yetiştirme kitapları, psikologlarınızın verdiği öğütler gelir. Eliniz kolunuz
bağlanır, vazgeçersiniz.
Çocuğunuzun cep telefonunu elinden zorla alıp üstünde
tepinmek istersiniz ama o telefona eşek yükü para ödeyip, yüzünüzde büyük bir
sırıtmayla kendisine yaş gününde hediye ettiğinizi hatırlarsınız. Hiçbir bok yapamazsınız.
Seneler çok çabuk geçer. Artık melek çocuğunuz veya çocuklarınız belli bir
yaşa gelirler ve maalesef sizden daha da uzaklaşırlar.
Konuşamazsınız, dertleşemezsiniz. Çektiğiniz doğum acılarını
hatırlarsınız, çocuklarınızın ilk ağlaması, onları ilk gördüğünüz an aklınıza
gelir. Onu veya onları ilk kucağınıza aldığınızda neler hissettiğinizi
düşünürsünüz, geçirdiğiniz uykusuz geceler, hastalandıklarında duyduğunuz endişe, onu veya onları üzgün
gördüğünüzde yüreğinizin nasıl acıdığı, evden ayrıldıklarında eşinizden
saklayarak döktüğünüz gözyaşları aklınıza gelir.
Gençliğinizde ananızın defalarca tekrarladığı “Ahhhh kızım
itler ana olmasın. Bir ana olda gör” bakalım cümleleri de aklınıza gelir. Hüzünlenirsiniz.
Çocuklarınızın yaptıkları veya yapmadıkları birçok şey sizi
çok üzer. Kalbinizin ağrıdığını, midenize kramp girdiğini hissedersiniz. Bazen
yemek bile yiyemezsiniz, boğazınızda lokmanız kilitlenir kalır, ama onlara kızmazsınız,
kızamazsınız.
Hani o inanılmaz derin televizyon proğramlarında sorulan ve
cevap vermek için bir deha olmanız gereken soru “Issız bir adaya düştüğünüzde
yanınıza en önemli üç şey almanız gerekse ne alırdınız” sorusu sorulsa, ne
olursa olsun “Çocuklarım” diye cevap vermezmisiniz.
İşte bu size Allahın attığı bir kazıktır. Ne olursa olsun evlat
sevgisinden vazgeçemezsiniz. Bu Allahın insanlara sabrederek, affederek
kendisine ne kadar yakın olacaklarını anlattığı biraz insafsız bir yöntemidir.
“işte” der “sizin çocuklarınız için neler hissettiğinize iyi bakın ve benim
dünyalar dolusu çocuğumu her ne olursa olsun affetmek, her ne yaparlarsa
yapsınlar sineye çekmek için neler
çektiğimi, ne kadar zor günler yaşadığımı, ne kadar yorulduğumu anladınızmı
şimdi”
Ama onları düşünürken hala gülümsersiniz.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder