GÜCÜM BU KADAR
Hatırlarsınız, bir zamanlar Aysun Kayacı diye bir mankencik, bir canlı televizyon yayınında " benim oyumla dağdaki çobanın oyu aynı mı?" Diye sormuş, bir çarmıha gerilmediği kalmıştı.( sahi ne oldu Aysun'a bir bilen varsa yazsın, sevaptır)
Evet, her oy aynı değil. Her ölü de aynı değil.
Ülkemizde birisi öldüğü zaman herşey birden inanılmaz bir hız kazanıyor. Gömme işlemleri anında tamamlanıyor. Yıkama ,sarıp sarmalama göz açıp kapanıncaya kadar bitiyor. Kısa bir cenaze namazı, usulen bir helalleşmeden sonra cenaze cenaze arabasına yüklenip mezarlığa doğru yola çıkılıyor. Mezar zaten kazılmış hazır. Mezara toprak atmak gayretiyle neredeyse birbirini ezecek cemaat te hazır. Sonra sesi lüzumundan fazla açılmış pilli amfi ve mikrofonla okunan yasin duasına sıra geliyor.( hala ısrarla neden ille de bu duanın okunduğunu anlamam), Mezarın etrafına alalacele dizilen briket veya tuğlalar, baş ucuna dikilen bir tahta parçası, eğer o telaşla unutulmamıssa mezarın üstüne atılan bir kaç defne dalı, ile işlem tamamlanıyor. Artık herkes rahat. Bir anda mezarın başında kimsecikler kalmıyor. Cemaat "neyse buda bitti" rahatlığıyla geldikleri gibi hızla dağılıp gidiyor.
İşte ben bunu hazmedemedim, kabul edemedim "F" vitaminlerim. Hala da edemiyorum.
Yazımın başında yazdığım gibi her ölü aynı değil. Bazıları yaşamları boyunca çevrelerine örnek olmuş, güzelliklere imza atmış, insanlıklarıyla insanlara ışık tutmuş, yardım etmiş, yol göstermiş dünyaya ender gelen güzel insanlar. Ben onların böyle paldır küldür gömülmelerini, unutulup, gitmelerini kabullenemedim. Bundan çok daha fazlasını hak ettiklerine inandım.
Bu yüzden, Önce eşim Yasemin'i, sonra abim'i defalarca yazdım sizlere, satır satır anlattım. Çünkü onlar özel insanlardı.
Onları yaşama geri döndüremezdim. Ben de yazılarımla yaşatmaya çalıştım. Elimden gelen buydu. Gücüm buna yetti.
Sonunda onları tanıdınız ve onlar kalbinizin bir yerinde yerlerini buldular. Yani bir şekilde yaşama döndüler.
Kolay olmadı. Çok üzüldüm, çok yoruldum, yıprandım, sizlere o yazıları yazarken, ama yazdım.
Çalışma masamın başında, elimde kırmızı şarap kadehi, yüzüm bilgisayarın klavyesine gömülü uyandığım sabahlarım çok oldu benim.
Bana o kadar dokunmasına rağmen sigara bile içtim. Kalbim de sıkıştı nefesim de kesildi zaman zaman.
Ama değdi bakın gömülüp, unutulup gitmediler.
Sizlerle o güzel heybetli adamın, abimin ağzından paylaşacağım daha bir yığın birbirinden güzel anı var.
Zaman içerisinde....Zamanı gelince....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder