5 Kasım 2015 Perşembe

SABAH UYANDIM



Sabah uyandım. Dışarısı pırıl. Kışkırtıcı, baştan çıkarıcı bir güneş var. Sabahın altısına kadar televizyonda Amerika açık tenis finallerini seyrettiğimden aslında bütün gün uyumaya niyetliydim ama böyle bir havada uyumam imkansız. Zaten sabah dediysem saat 11.30 neredeyse öğlen olmuş.

Tenis şortlarımın en büyüğünü ve kolay giyilenini kıçıma geçirdim. Üstüm çıplak. Sokak kapısını açtım iki köpeğimde sevinçten titreyerek üzerime atladılar. Yürüyüyüşe çıkacağız ya. Önce yaşlı olanı, Titti’nin tasmasını taktım ve çıktık. Güzelimin arka ayakları daha da kötülemiş çok zorlukla yürüyor. Pek fazla ömrü kalmadığını düşünüp üzüldüm. Sonra dikkatimi ağaçlara ormana zakkumlara, bal arılarına, evime verip dikkatimi değiştirmeye çalıştım.

Köpeklerle işim bittikten sonra bahçe sulama işlemi başladı ve en az yarım saat sürdü. Her şeyi tek kolumla yaptığımdan yoruldum. Eve dönüp bir bardak su içip biraz uzandım. Neyse ki içerisi serin ve rahat. Marmaris’e gitmem gerektiğinden, yapacaklarımın kafadan bir listesini yaptım.

Arabama geldim. Sol elle geri vitesine takmak zor olduğundan başıma bu iş geldikten sonra arabamı garaja koymuyor, evin önüne park ediyorum. Neyse tek elle ufak tefek sorunlar yaşayarak Marmaris’e geldim. Arabamı kolayca çıkabileceğim paralı bir park yerine park edip, Deniz Bank’a girdim. Pazartesi olduğundan içerisi kalabalık ama klimalar tam yol çalıştığından serin. Acelem de yok zaten, bir sıra numarası alıp bir kenara oturdum.

Birazdan mavi gözlü temiz yüzlü yakışıklı otuzlu yaşlarında birisi yerinden kalkıp yanıma oturdu. Sol elini uzattı (sağ kolum sakat ya) yarım bir el sıkıştık “geçmiş olsun Güven Abi” dedi. ve “ben sizin face teki yazılarınızın hayranıyım, hiçbirini kaçırmıyorum, beni de kız arkadaşımı da çok duygulandırıyorsunuz. Yazılarınızdan o kadar etkileniyor o kadar ders çıkarıyoruz ki” diye devam etti. Ben milletin bana sarılıp öpmesine alışığım ama böyle ani iltifatlara alışık olmadığımdan, ağzımda bir şeyler geveleyip, sonunda teşekkür ettim. Elindeki numarayı bana uzattı “al abi” dedi “sen bekleme sen seninkini bana ver”. Ne kadar olmaz öyle şey diye diretsem de geri adım atmadı. Çaresiz numaraları değiştirdik. Hemen de sıram geldi. Tekrar teşekkür edip işlemimi yaptırdım.

Tam bankadan çıkarken banka müdürü İ.Bey aklıma geldi. Kendisini çok sevdiğimden daha doğrusu Yasemin hayattayken ikimiz de kendisini çok sevdiğimizden, ikinci kata çıkıp ziyaret etmeye karar verdim. İ. Bey giyinmiş kuşanmış odasında yalnız oturuyordu. Beni görünce yüzünde büyük bir gülümsemeyle yerinden fırlayıp kapıya kadar koştu “vay Güven Abim gelmiş” deyip sarıldı ve iki yanağımdan öptü. Bir açık çay söyledi kesmedi, Bir tane daha söyledi. “Nerelerdesin abi yav” dedi özlettin kendini. Kolumu falan sordu. Sonra derin bir iç çekti. “nasıl severdim ikinizi beraber biliyormusun” dedi.  “Nasıl yakışırdınız birbirinize, nasıl imrenirdim size. Bütün bankada çalışanlar size hayrandı. Hiç birbirinizden ayrılmadınız ki. Hatırlıyormusun siz bankanın önünden geçerken ben penceremi açar, gelin size çay kahve ikram edeyim, börek açayım diye bağırır içeri davet ederdim.  Rahmetli nasıl güler, ne güzel gülerdi. Şimdi hanımla senin face teki yazılarını okuyoruz. O okuyor bana veriyor, ben okuyup ona veriyorum. İnan Güven Abi içimiz yanıyor. O kadar güzel, o kadar içten ve samimi anlatıyorsun ki. Sizin sevginiz bir efsaneydi bu kasabada. Bir de biz ikinizi de tanıdığımızdan yazdıklarına hiç dayanamıyoruz”

Neyse biraz daha oturduk, biraz daha duygulandık,  birer kahve içtik vedalaştık sarıldık. Bankadan çıkınca dışarısı biraz sıcak geldi ama etkilenmedim. Çünkü çok güzel bir gündü ve sonbaharın geldiğini hissediyordum.

Atatürk heykelinin önünden Marmaris’in o katmer gibi kat kat her çizgisinde ayrı renklerin gölgelerin oynaştığı tepelerini seyrettim biraz. Evet, sonbahar kapıdaydı. Güneşin ışıkları artık insanları dövmeyi bırakmış okşamaya başlamıştı yavaştan. İskelede ki birbirinden çirkin ne Ege Denizine, ne bu kasabaya hiç uymayan, tamamen uyduruk tekneler keyfimi kaçırdı. Kasabanın her tarafını sarmış sahte tişört dükkanları gibi iskeleye demirlemiş bu iğrenç sahte korsan gemileri sahili bir sahte Walt Disney mezarlığına çevirmişti. Bir an içimden tek kolumla hepsini ateşe vermek geldi.

Sakatlığım dolayısıyla saçımı sakalımı yıkayamadığımdan, sakal traşı olamadığımdan, sakallarımı sol elimle makas kullanamadığımdan, düzeltemediğimden, berbere gitmeye karar verdim. Kendi işimi kendim yaptığımdan, saçlarımı da Yeşil gözlü güzel kadın kestiğinden, berbere neredeyse beş senede bir giderdim.

Turizm, son olaylardan ve Suriye’ye karşı  devamlı atılan savaş naralarından, çok etkilendiği için berbere doğru yürürken dükkanlarının önünde oturmuş, sıkılmış, sigara üstüne sigara içen veya tavla oynayan esnafın önünden geçmem icap etti. Mübela etmiyorum hangi dükkanın önüne geldiysem çocuklar ayağa fırladılar “vay güven abimiz gelmiş” deyip ya boynuma sarıldılar ye elimi öpmeye kalktılar. Zorla beni oturttular. Çay, kahve, limonata, soda mide fesatına uğrayacaktım. Tabi sakatlığıma üzüldüler ama sorular hep aynıydı. “Abi motor kazasımı”, hayır “tenis oynarken mi oldu” cık “yelkende mi sakatlandın” ı ıh Sonra ne o zaman diye yüzüme baktıklarında merdivenden düştüm dedim. Hepsi hayal kırıklığına uğradılar. Dedim ya bize böyle salak gibi sakatlanmak yakışmadı benim gibi adama, hiç yakışmadı.

Sonunda berbere ulaştım ve güzelleştim.(zaten onun için en son resmimi bu yazıma ekledim)

Berberden sonra hastaneye gidip pansuman olmama gerektiğinden tek kolla arabamın rotasını hastaneye çevirip doktoruma ulaştım. Sevimli doktorum “Seni iyi gördüm abi” deyip beni pansuman odasına götürdü.

İçeride yeşiller giyinmiş güler yüzlü üç bayan oturuyordu. Birisi beni görür görmez ayağa kalktı ve içtenlikle elimi sıktı. Sonra diğer hanımlara dönüp “işte Güven Bey bu” dedi onlar da kalkıp sol elimi sıktılar. Doktorum “kıskanıyorum ama Güven abi” dedi ve gülümsedi. Bayanlar bana face teki yazılarımı okuduklarını paylaştıklarını, çok duygulandıkların, hep ağladıklarını ama yazılarımı çok sevdiklerini söylediler. Sonra doktorum omzumun sargılarını açmaya başladı. Hanımlardan bir tanesi doktoruma yüzünde kibar bir ifadeyle “müsaade ederseniz ben yapabilirmiyim” diye sordu. Hayrola E. abla sen kimsenin pansumanını yapmazdın ne bu böyle” diye sorunca doktorum “herkesinkini yapmam ama,ben bu beyefendinin pansumanını yaparım” dedi hanım efendi ve pansumanımı tamamladı. Ben de gitmeden hanımlara imzalı bir “Yasemin bak yeşil yeşil” kitabımı getireceğime söz verdim.  

Sonra düşündüm kendi kendime ve sevindim. Çünkü kendi içimde çok yalnız ama dışarımda hiçte yalnız olmadığımı anladım. Bir gün önce şımartılmayı özledim diye yazdım. Hemen bir gün sonra ne kadar sevenim olduğunu ve onların beni ne kadar şımartmaya hazır olduklarını fark ettim.

Bilmiyorum seyrettiniz mi. Kanal Türk, Adım Adım Anadolu dizisinde yayınlamak üzere benimle bir mülakat yaptı. Mağazamızda çekim yaptı ve bu proğram yayınlandı. Face teki sayfamda ben videosunu sizlerle paylaştım. Bu proğram yayınlandıktan sonra birçok insan benimle tanışmak ve mağazayı görmek için ziyarete geldiler. Beni görünce “aaa kolunuza ne oldu geçmiş olsun”” dediler. Ben de rahmetli Erbakan gibi “NAZARA GELDİK NAZARA” dedim.

Hatırlarsanız, bir yazımda “kolumda ki sıcaklığı çok özledim, Yeşil gözlüm hep koluma girerdi” diye yazmıştım. Allah şimdi koluma sentetik malzemeden yapılmış öyle bir kolluk taktı ki sıcaklığından duramıyor, tahammül edemiyorum. Yanıyor kolum yanıyor.


Bir laf vardır “Allah insanları cezalandırmaya karar verince dualarını kabul edermiş” Diye. Bu yüzden ben dua etmeyi kestim. Sizlerde benim için dua falan etmeyin ne olur. Daha fazlasını kaldıramam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder