Sabah uyandım. Dışarısı pırıl. Kışkırtıcı, baştan çıkarıcı
bir güneş var. Sabahın altısına kadar televizyonda Amerika açık tenis finallerini
seyrettiğimden aslında bütün gün uyumaya niyetliydim ama böyle bir havada
uyumam imkansız. Zaten sabah dediysem saat 11.30 neredeyse öğlen olmuş.
Tenis şortlarımın en büyüğünü ve kolay giyilenini kıçıma
geçirdim. Üstüm çıplak. Sokak kapısını açtım iki köpeğimde sevinçten titreyerek
üzerime atladılar. Yürüyüyüşe çıkacağız ya. Önce yaşlı olanı, Titti’nin tasmasını
taktım ve çıktık. Güzelimin arka ayakları daha da kötülemiş çok zorlukla
yürüyor. Pek fazla ömrü kalmadığını düşünüp üzüldüm. Sonra dikkatimi ağaçlara ormana
zakkumlara, bal arılarına, evime verip dikkatimi değiştirmeye çalıştım.
Köpeklerle işim bittikten sonra bahçe sulama işlemi başladı
ve en az yarım saat sürdü. Her şeyi tek kolumla yaptığımdan yoruldum. Eve dönüp
bir bardak su içip biraz uzandım. Neyse ki içerisi serin ve rahat. Marmaris’e
gitmem gerektiğinden, yapacaklarımın kafadan bir listesini yaptım.
Arabama geldim. Sol elle geri vitesine takmak zor olduğundan
başıma bu iş geldikten sonra arabamı garaja koymuyor, evin önüne park ediyorum.
Neyse tek elle ufak tefek sorunlar yaşayarak Marmaris’e geldim. Arabamı kolayca
çıkabileceğim paralı bir park yerine park edip, Deniz Bank’a girdim. Pazartesi
olduğundan içerisi kalabalık ama klimalar tam yol çalıştığından serin. Acelem
de yok zaten, bir sıra numarası alıp bir kenara oturdum.
Birazdan mavi gözlü temiz yüzlü yakışıklı otuzlu yaşlarında birisi
yerinden kalkıp yanıma oturdu. Sol elini uzattı (sağ kolum sakat ya) yarım bir
el sıkıştık “geçmiş olsun Güven Abi” dedi. ve “ben sizin face teki
yazılarınızın hayranıyım, hiçbirini kaçırmıyorum, beni de kız arkadaşımı da çok
duygulandırıyorsunuz. Yazılarınızdan o kadar etkileniyor o kadar ders
çıkarıyoruz ki” diye devam etti. Ben milletin bana sarılıp öpmesine alışığım
ama böyle ani iltifatlara alışık olmadığımdan, ağzımda bir şeyler geveleyip,
sonunda teşekkür ettim. Elindeki numarayı bana uzattı “al abi” dedi “sen
bekleme sen seninkini bana ver”. Ne kadar olmaz öyle şey diye diretsem de geri
adım atmadı. Çaresiz numaraları değiştirdik. Hemen de sıram geldi. Tekrar teşekkür
edip işlemimi yaptırdım.
Tam bankadan çıkarken banka müdürü İ.Bey aklıma geldi. Kendisini
çok sevdiğimden daha doğrusu Yasemin hayattayken ikimiz de kendisini çok
sevdiğimizden, ikinci kata çıkıp ziyaret etmeye karar verdim. İ. Bey giyinmiş
kuşanmış odasında yalnız oturuyordu. Beni görünce yüzünde büyük bir
gülümsemeyle yerinden fırlayıp kapıya kadar koştu “vay Güven Abim gelmiş” deyip
sarıldı ve iki yanağımdan öptü. Bir açık çay söyledi kesmedi, Bir tane daha söyledi.
“Nerelerdesin abi yav” dedi özlettin kendini. Kolumu falan sordu. Sonra derin
bir iç çekti. “nasıl severdim ikinizi beraber biliyormusun” dedi. “Nasıl yakışırdınız birbirinize, nasıl
imrenirdim size. Bütün bankada çalışanlar size hayrandı. Hiç birbirinizden
ayrılmadınız ki. Hatırlıyormusun siz bankanın önünden geçerken ben penceremi
açar, gelin size çay kahve ikram edeyim, börek açayım diye bağırır içeri davet
ederdim. Rahmetli nasıl güler, ne güzel
gülerdi. Şimdi hanımla senin face teki yazılarını okuyoruz. O okuyor bana
veriyor, ben okuyup ona veriyorum. İnan Güven Abi içimiz yanıyor. O kadar
güzel, o kadar içten ve samimi anlatıyorsun ki. Sizin sevginiz bir efsaneydi bu
kasabada. Bir de biz ikinizi de tanıdığımızdan yazdıklarına hiç dayanamıyoruz”
Neyse biraz daha oturduk, biraz daha duygulandık, birer kahve içtik vedalaştık sarıldık. Bankadan
çıkınca dışarısı biraz sıcak geldi ama etkilenmedim. Çünkü çok güzel bir gündü
ve sonbaharın geldiğini hissediyordum.
Atatürk heykelinin önünden Marmaris’in o katmer gibi kat kat
her çizgisinde ayrı renklerin gölgelerin oynaştığı tepelerini seyrettim biraz.
Evet, sonbahar kapıdaydı. Güneşin ışıkları artık insanları dövmeyi bırakmış
okşamaya başlamıştı yavaştan. İskelede ki birbirinden çirkin ne Ege Denizine,
ne bu kasabaya hiç uymayan, tamamen uyduruk tekneler keyfimi kaçırdı. Kasabanın
her tarafını sarmış sahte tişört dükkanları gibi iskeleye demirlemiş bu iğrenç
sahte korsan gemileri sahili bir sahte Walt Disney mezarlığına çevirmişti. Bir
an içimden tek kolumla hepsini ateşe vermek geldi.
Sakatlığım dolayısıyla saçımı sakalımı yıkayamadığımdan,
sakal traşı olamadığımdan, sakallarımı sol elimle makas kullanamadığımdan,
düzeltemediğimden, berbere gitmeye karar verdim. Kendi işimi kendim
yaptığımdan, saçlarımı da Yeşil gözlü güzel kadın kestiğinden, berbere
neredeyse beş senede bir giderdim.
Turizm, son olaylardan ve Suriye’ye karşı devamlı atılan savaş naralarından, çok etkilendiği
için berbere doğru yürürken dükkanlarının önünde oturmuş, sıkılmış, sigara
üstüne sigara içen veya tavla oynayan esnafın önünden geçmem icap etti. Mübela
etmiyorum hangi dükkanın önüne geldiysem çocuklar ayağa fırladılar “vay güven
abimiz gelmiş” deyip ya boynuma sarıldılar ye elimi öpmeye kalktılar. Zorla
beni oturttular. Çay, kahve, limonata, soda mide fesatına uğrayacaktım. Tabi
sakatlığıma üzüldüler ama sorular hep aynıydı. “Abi motor kazasımı”, hayır “tenis
oynarken mi oldu” cık “yelkende mi sakatlandın” ı ıh Sonra ne o zaman diye
yüzüme baktıklarında merdivenden düştüm dedim. Hepsi hayal kırıklığına
uğradılar. Dedim ya bize böyle salak gibi sakatlanmak yakışmadı benim gibi
adama, hiç yakışmadı.
Sonunda berbere ulaştım ve güzelleştim.(zaten onun için en
son resmimi bu yazıma ekledim)
Berberden sonra hastaneye gidip pansuman olmama
gerektiğinden tek kolla arabamın rotasını hastaneye çevirip doktoruma ulaştım.
Sevimli doktorum “Seni iyi gördüm abi” deyip beni pansuman odasına götürdü.
İçeride yeşiller giyinmiş güler yüzlü üç bayan oturuyordu. Birisi
beni görür görmez ayağa kalktı ve içtenlikle elimi sıktı. Sonra diğer hanımlara
dönüp “işte Güven Bey bu” dedi onlar da kalkıp sol elimi sıktılar. Doktorum “kıskanıyorum
ama Güven abi” dedi ve gülümsedi. Bayanlar bana face teki yazılarımı
okuduklarını paylaştıklarını, çok duygulandıkların, hep ağladıklarını ama
yazılarımı çok sevdiklerini söylediler. Sonra doktorum omzumun sargılarını
açmaya başladı. Hanımlardan bir tanesi doktoruma yüzünde kibar bir ifadeyle “müsaade
ederseniz ben yapabilirmiyim” diye sordu. Hayrola E. abla sen kimsenin
pansumanını yapmazdın ne bu böyle” diye sorunca doktorum “herkesinkini yapmam
ama,ben bu beyefendinin pansumanını yaparım” dedi hanım efendi ve pansumanımı
tamamladı. Ben de gitmeden hanımlara imzalı bir “Yasemin bak yeşil yeşil”
kitabımı getireceğime söz verdim.
Sonra düşündüm kendi kendime ve sevindim. Çünkü kendi içimde
çok yalnız ama dışarımda hiçte yalnız olmadığımı anladım. Bir gün önce
şımartılmayı özledim diye yazdım. Hemen bir gün sonra ne kadar sevenim olduğunu
ve onların beni ne kadar şımartmaya hazır olduklarını fark ettim.
Bilmiyorum seyrettiniz mi. Kanal Türk, Adım Adım Anadolu
dizisinde yayınlamak üzere benimle bir mülakat yaptı. Mağazamızda çekim yaptı
ve bu proğram yayınlandı. Face teki sayfamda ben videosunu sizlerle paylaştım.
Bu proğram yayınlandıktan sonra birçok insan benimle tanışmak ve mağazayı görmek
için ziyarete geldiler. Beni görünce “aaa kolunuza ne oldu geçmiş olsun””
dediler. Ben de rahmetli Erbakan gibi “NAZARA GELDİK NAZARA” dedim.
Hatırlarsanız, bir yazımda “kolumda ki sıcaklığı çok özledim,
Yeşil gözlüm hep koluma girerdi” diye yazmıştım. Allah şimdi koluma sentetik
malzemeden yapılmış öyle bir kolluk taktı ki sıcaklığından duramıyor, tahammül
edemiyorum. Yanıyor kolum yanıyor.
Bir laf vardır “Allah insanları cezalandırmaya karar verince
dualarını kabul edermiş” Diye. Bu yüzden ben dua etmeyi kestim. Sizlerde benim
için dua falan etmeyin ne olur. Daha fazlasını kaldıramam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder