12 Kasım 2015 Perşembe

YOĞUN BAKIM

Bu yazımla sizlere daha önce yazdığım gibi blog yazılarımın ilk serisini bitiriyorum. Yani bu yazım eğer nasip olursa yeni yayımlayacağım ”Blog yazıları, Yasemin ve Güven” kitabımın son yazısı olacak.
Bu yazımın okuyanların üzüleceğini biliyorum. Ama bırakın üzülsünler. Sonra iş işten geçtikten sonra benim gibi dizlerini dövmelerinden iyidir, .
Paylaşırsanız sevinirim.
YOĞUN BAKIM
Bu yazım sizi üzecek biliyorum. O yüzden işte bu yazıyı 13 aydır bekletiyordum. Bir türlü elim varmadı paylaşmaya. Sonunda dayanamadım artık. Beni o kadar üzdü ki yazmakta, paylaşmakta inanamazsınız. Her okuduğumda ağlattı ve paylaşmadan önce en az 100 kere okudum, en az!
Televizyon dizilerinden, eski yerli ve yabancı filmlerden bazı ölüm sahneleri eminim aklınızda kalmıştır. Çoğunlukla ölümü beklenen hasta bir yatakta yatar. Etrafında sevdikleri, sevgilisi, çocukları, akrabaları, arkadaşları bulunurlar. Çoğu zaman uzun, acı, gözyaşları dolu bir vedalaşma oluşur. Hasta, eğer konuşabilecek durumdaysa son nefesi öncesi son söyleyeceklerini söyler ve sonunda ölüm gerçekleşir. Üzücü ama güzel, acı ama rahat, duygulu ama insanca bir son yani.
Güzelim Anadolu’mda bir atasözü, bir deyim, bir dua, bir istek vardır. “Allah’ım bana kendi yatağımda bir ölüm nasip et” derler. Bunun ne manaya geldiğini ve ne kadar yerinde olduğunu hastanelerde yaşadığım olaylar bana o kadar güzel anlattılar ki. Önce “Allah kimseye bir yoğun bakım ölümü nasip etmesin” diye, sonra “Allah düşmanıma yoğun bakımda bir ölüm nasip etmesin” diye dualar ettim.
Modern dünyamızda hastanın hayatından artık ümit kesilince o zavallı hemen yoğun bakıma kaldırılıyor. Çok kısa bir süre hastanızın yanına girmenize müsaade ediyorlar. Günün veya gecenin geri kalan bölümünde rahatsınız, haber bekliyorsunuz. Eninde sonunda o beklediğiniz haber size ulaşıyor.
Ne oldu, nasıl öldü, bir şey söyledi mi, konuştu mu, kendinde miydi bunlar artık önemli değil. “Başınız sağ olsun hastayı kaybettik” Hepsi bu. Aslında herkes üzgün ama gizli gizli mutlu. “Neyse bu da sonunda bitti rahatlığı” her ne kadar saklanmaya çalışılıyorsa da o kadar belli ki.
O kadar sevdiğiniz, hayatınız boyunca yanından bir saat ayrılmaya dayanamadığınız, dünya da en değer verdiğiniz, en sevdiğiniz insanı, yoğun bakıma, makinelere ve makineleşmiş doktorların, tekniksiyenlerin eline, merhametine bırakmak zorunda kalıyorsunuz, zorunda bırakılıyorsunuz.
Evet, sevgili dostlarım, doktorların ve en yakınlarımın yoğun ısrarı ve baskısı ile Yeşil Gözlü Güzel Kadını hastalığının son günlerinde yoğun bakıma koyduk. Her gün her fırsatta yanında olmaya, onunla konuşmaya, onu hayata döndürmeye çalıştım. İzin verdikleri sürece. Bu sürenin dışında zorla da girdim yoğun bakıma. Zorla da girdim.
Yasemin’imi nasıl 9 Eylül Hastanesi Onkoloji bölümünde bırakmayıp evine, evimize , Marmaris’e getirdiysem, onu yoğun bakıma koymayı katiyen istemedim. İşler bu hale gelince o kadar çok insan etrafınızı sarıyor ki, kime ne cevap vereceğinizi, neye karar vereceğinize şaşırıp kalıyorsunuz. Bilhassa son aylarda, son haftalarda, son günlerde, yorgunluğunuz hat safhaya ulaşıyor. Artık ne düşündüğünüzü, ne hissettiğinizi bilemiyorsunuz. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu algılayamıyorsunuz. Değil mücadele edecek ayakta duracak enerjiniz kalmıyor. Bitiyorsunuz, tükendiğinizi hissediyorsunuz. Minareye çık ve atla deseler, hiç itiraz etmeden çıkıp atlayacak hale geliyorsunuz. İnanın o kadar kötü, o kadar ümitsiz oluyorsunuz.
Canımı, sevgilimi yoğun bakımdan çıkarmak, onu evimize götürmek, veya yoğun bakımdan çıkarıp tekrar normal bir hastane odasına almak, hep yanında olabilmek için o kadar büyük bir mücadele verdim ki inanamazsınız.
Doktorlardan da en yakınlarımdan da hep bir “hayır” cevabı aldım. Ne yaptıysam, ne kadar rica ettiysem, ne kadar yalvardıysam hep aynı cevabı aldım. Hatta ısrarlarım devam edince reaksiyon gösterdiler, saçmaladığımı düşündüler. Kendimi o kadar yalnız, o kadar çaresiz hissettim ki.
Yoğun bakımda ki dördüncü gün Yasemin’in kalp krizi geçirdiği haberi geldi. Hastaneye en kısa zamanda gittim “başın sağolsun” dediler. Yeşil Gözlü Güzel Kadın maalesef hiç hak etmediği bir şekilde, yalnız ve makinelere bağlı öldü. Bana bekli de en ihtiyacı olduğunda, belki de beni en çok görmek istediği an da, ben ne yanındaydım, ne de eli elimdeydi.
Bu şimdi yüreğime köküne kadar saplanmış bir kör bıçak gibi ve ben bu acıyı hayatım boyunca taşıyacağımı biliyorum. Kendimi yaşadığım sürece affetmeyeceğimi, affedemeyeceğimi de biliyorum. Sebep veya sebepler ne olursa olsun, ben bunu Yasemin’e yaptığım bir ihanet, bir alçaklık, inanılmaz bir vefasızlık örneği olarak göreceğim son nefesime kadar, aynen böyle göreceğim. Bunu adım gibi biliyorum.
Eğer bu olayı yeniden yaşama şansım olsa, yemin ediyorum alnıma silah dayasalar ölmeye razı olur, ne olursa olsun sevgilimi yoğun bakıma göndermezdim. Olsun derdim, birkaç gün veya birkaç saat önce ölsün ama benim yanımda ölsün.
Şimdi sizlere rica ediyorum hatta yalvarıyorum. Eğer böyle bir durumla karşı karşıya kalırsanız ne olursa olsun, kim olursa olsun etrafınızdakileri dinlemeyin. Dinleyeceğiniz tek yer kalbiniz olsun. Acıya katlanmayı göze alın. Karşılığında sevdiğinize insanca, sizin yanınızda, hak ettiği bir ölüm şansı tanıyın. Onu paketleyip size geri vermelerine razı olmayın, katiyen olmayın, neye mal olursa olsun olmayın.
Aksi takdir de hayatınızın sonuna kadar kendinizi affetmeyeceğinizi, affedemeyeceğinizi bilin. Ne olur direnin, ne olur direnin. “hayır” deyin.””o kadar seviyorsanız, o kadar istiyorsanız siz gidin yoğun bakıma “deyin.
Yasemin’imi kaybedeli on üç ay olduneredeyse.. Başlangıçta da yazdığım gibi bu yazımı paylaşmaya elim varmadı, yapamadım. Hala o kadar pişman, o kadar üzgünüm ki tahmin dahi edemezsiniz. Ne olur iyi düşünün. Bıçak kemiğe dayanınca kimseyi ama kimseyi dinlemeyin, sakın dinlemeyin.
Beni de affedin, ve benim kendimi affetmem için dua edin.
Çok ihtiyacım var.
O kadar ihtiyacım var ki!
Sevgilime verdiğim sözü tutmadım, tutamadım, çok üzgünüm çok…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder