23 Haziran 2017 Cuma

18 MART
Kötü, üzüntülerle, kaygılarla dolu günler yaşıyoruz ülkemizde. Birilerinin planları işliyor. Her geçen gün ülkemizin güzel insanları birbirinden uzaklaştırılmaya, birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Bu ülke batarsa kıçına kına yakacak olan çok. Din örtüsü altında şeytanla dans ediyor, insanların inançlarıyla oynuyorlar. Bizim insanımız saf. Bu kadar yalana, dolana, alışık değil. Neler olup bittiğini anlayacak kadar okumuş etmiş, bilgi dağarcığını doldurmuş değil ki ne bilsin? İki Allah kitap kelamı, iki ayet duyduğunda her söylenene inanıyor. İnandıklarının, adam sandıklarının bu kadar yalancı, bu kadar günahkar, bu kadar sahtekar, bu kadar iki yüzlü olabileceklerini bilmiyor ki... Cellatlarını sevdiklerinden, ona hayran olduklarından haberleri yok ki...
Bu arada herkes bir şeyler söylüyor, bir şeyler paylaşıyor. Bunlardan biri ise çok sık duyduğum. “Aman biz de çeker gider kendimize başka bir ülke bulur, rahat rahat yaşarız.” Ama işte kazın ayağı öyle değil. Batma tehlikesi geçiren gemiyi önce fareler terk eder derler. Ben ise taş yerinde ağırdır diyorum.
Yıllarca bu memleketi sömürmüş, öyle veya böyle kesesini doldurmuş, Kaliforniya'da, Florida'da ev almış, Amerikan hükümetine dünyalar kadar haraç vererek Amerika'da yaşayan asalakları saymazsak, öyle başka bir ülke bulmak, rahat rahat yaşamak kolay değil sayın seyirciler. Burada ahkam kesmeye çalışmıyorum. Dünya listelerinde yaşanacak ülkelerin en başında yer alan Kanada ülkesinde 20 yıl yaşadım ben, tam 20 yıl. Siz göçmenlik nedir ne demektir bilir misiniz? Ben bilirim. Siz göçmen olarak gittiğiniz ülkenin neredeyse en salak vatandaşının burun kıvırıp yapmadığı işleri yapmak zorunda kalmak nasıl bir duygudur bilir misiniz? Ben bilirim. Siz sabaha karşı üçlerde, dörtlerde Kanadalılar yataklarında mışıl mışıl uyurken iş dönüşü Pakistanlılarla, Hintlilerle, Çinlilerle, Polonyalılarla, Macarlarla, Vietnamlılarla, zencilerle gözleriniz uykusuzluktan kıpkırmızı metroda yolculuk ederken “Benim buralarda ne işim var diye düşündünüz mü?” Ben düşündüm. O toz konduramadığınız, hayran olduğunuz ülkelerde bir yerlere gelmek, bir baltaya sap olabilmek için o ülkenin kendi vatandaşlarından en az iki hatta üç defa daha fazla çalışmaya, ter dökmeye razı mısınız? "Evet" mi cevabınız? o zaman Allah selamet versin. "Hayır" mı?, o zaman şapkanızı önünüze koyun düşünün, ne kaybedeceğinizi, ne hallere düşebileceğinizi idrak edin. Vatanınıza memleketinize sahip çıkın, haksızlıklardan kaçacağınıza karşı koyun, mücadele vermeyi deneyin, öğrenin.
Ben Kanada’da mezun olduğum üniversitenin en başarılı öğrencilerinden biriydim. Daha okulu bitirmeden çalışma hayatına atıldım. Senelerce deliler gibi çalıştım. En fazla benim hak ettiğim pozisyonları defalarca gözüme baka baka kendi vatandaşlarına verdiler. Ülser oldum, sabahlara kadar uyuyamadığım gecelerim oldu ama bırakmadım. Daha çok çalıştım. Sonunda artık başarılarımı inkar edemediler ve dünyanın en büyük işletme firmasının Kanada şubesinin satış ve pazarlama müdürü yaptılar beni. Tam sekiz yıl ben ve benim ekibim satış rekorları kırdık. Amerikan filmlerinde izlediğiniz bir hayatım oldu. Pahalı mekanlar, 5 yıldızlı oteller, limuzinler, iş seyahatleri, toplantılar, uçaklar, hava alanları, pahalı evler pahalı arabalar. Sonra ne oldu biliyor musunuz tam zirvedeyken beni senelerce ikinci planda tutup kendi vatandaşlarını seçen genel müdürün karşısına oturdum ve “Ted” dedim “Ben ayrılıyorum, benden bu kadar". Adamın gözleri kocaman kocaman oldu. “Ciddi olamazsın, senelerce deliler gibi çalıştın, şu koca şirkette herkesin kıskandığı, hayranlık duyduğu birisin. Nasıl her şeyi bırakıp gidebiliyorsun?”. “Ted” dedim “Benim için başarılı olmak, bunu önce kendimi kendime, sonra da sizlere ispatlamak önemli idi. Bunu başardım. Burada kalıp başarımın zevkini çıkarmak, emekliğimi beklemek için daha çok gencim, başka planlarım var benim.” “Peki ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. “Gidiyorum” diye cevap verdim. “Kızımı, eşimi alıp memleketime, ait olduğum yere dönüyorum, 20 sonra da olsa zamanı geldi, geç bile kaldım" dedim.
İşte böyle sayın seyirciler 1988 yılında Marmaris’e döndük ve bu günlere kadar neler yaşadık neler. Ama bir gün bile yakınmadım ve pişman olmadım. Cebimde Kanada pasaportum var dünyanın neresine istersem gidebilirim. Ama ne olursa olsun burada kalıp mücadelemize devam edeceğim. En çok neye kızardım biliyor musunuz? Ne yaparsanız yapın, ne kadar başarılı olursanız olun, nerelere gelirseniz gelin, başka bir lisanı ne kadar güzel, hatta o memleketin doğma büyüme vatandaşlarından daha iyi konuşun, yine de aksanınızı kaybedemiyorsunuz. “ O adamların bastıra bastıra, yüzlerinde adi bir gülümseme ile “Ah ne kadar enteresan bir aksanınız var. Siz nerelisiniz, hangi ülkeden geldiniz?” sorusuna sinir olurdum. Bayılırlardı her fırsatta size başka bir ülkeden geldiğinizi hatırlatmaya.
İşte elimden geldiği kadar sizlerle duygularımı paylaştım. Şimdi oturun oturduğunuz yerde, mücadelenizi verin, bu güzel ülkeye sahip çıkın. Bırakıp gitmek çözüm değil. Sonra gurbet ellerinde oturur, iç çeker gözleriniz nemli nemli birbirinize memleket anılarınızı anlatırsınız.
Bu gün 18 Mart. 18 Martta olanları da unutmayın, hiç unutmayın olur mu?
Büyük Şeyh bu gün acı konuştu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder