Beylik bir hikaye vardır. Birçoğunuz bilirsiniz. Bu gün sizlerle paylaşacağım satırların bir mana ifade etmesi için bu hikayeyle başlamak zorundayım.
Avrupa’nın küçük ve sevimli, şehirlerinden birinde yaşayan bir psikologun kliniğine gözlerinden ve yüzünden mutsuzluk akan bir adamcağız gelir, oturur ve psikologa çok mutsuz olduğunu, hayattan hiç zevk almadığını, sabahlara kadar uyuyamadığını anlatır. Adamın söylediklerini dinleyen psikolog sonunda “Bak dostum “ der “sana bir önerim var. Şu anda kasabada bir sirk var ve o sirkte de bir palyaço var. Bu akşamdan tezi yok hemen o sirke git ve o palyaçoyu seyret. Çok seveceksin, o kadar eğleneceksin ki, bütün dertlerini unutacaksın.”
Adamcağız boynunu büker” O palyaço benim doktor bey” der.
Yaaa işte böyle “F” vitaminlerim benim. Biliyorum sizlere duygusal yazılar yazıyorum. Ben aslında sizlerle paylaştığım o duygusal yazılarımın yanında çok da komik yazılar yazabilecek, çok da komik anıları olan birisiyim. Biliyorsunuz ara sıra böyle yazılar yazıp sizleri güldürüyorum. Ama bakın şu olanlara, bakın şu güzel ülkemizin talihsizliğine, bakın şu gördüklerimize, duyduklarımıza, şahit olduklarımıza. Bütün bunların ortasında hiçbir şey olmamış gibi eğlenceli yazılar yazıp, komedi denemeleri yapmak mümkün mü? Ama sizlere de dayanamıyorum. Ara sıra da olsa yüzünüze küçücük de olsa bir gülümseme koymak, koyabilmek hoşuma gidiyor. Yalnız şunu samimiyetle yazıyorum o yazıları okurken aklınızdan çıkarmayın aslında işte o palyaço benim. Aslında ben de öyle hissediyorum.
Şimdi gelelim bu günkü sizleri güldürmek amacıyla paylaşacağım anıma; Efendim biz Sivas’ta Şelçuk Ortaokulun da okurken ne hikmetse en gaddar, en zalim hocalarımız ya din ya müzik hocaları ya da hem din hem müzik hocalarıydı. Bu zatı muhteremler bu tarzlarıyla maalesef bütün öğrencileri müzikten de dinden de soğutmak için sanki ellerinden geleni yaparlardı. Mesela muhterem din hocalarımız, zaten bin bir zorlukla ezberlediğimiz Arapça duaları okurken bir kelimeyi yanlış okusak bizleri eşek sudan gelene kadar döver, müzik hocamız bir notayı yanlış okusak kemiklerimizi kırardı. Şimdi sizlerle “Bir Sivaslı’nın Anıları” kitabımdan bir anımı paylaşıyorum.
MUAZZEZ HANIM
Muazzez Hanım diye bir müzik hocamız vardı; uzun boylu, iri göğüslü, uzun bacaklı, aşırı makyajlı, geniş köşeli yüzlü, saçları oksijen sarısı, asabiyeti gözlerinden fışkıran, çok aksi bir kadındı. O kadar çok dayak atardı ki, sonunda elleri acır, cetvel kullanmaya başlardı. Muazzez Hanım’ı hiç sevmez , müzik derslerinden nefret ederdik.
Muazzez hanım mandolin çalardı. Mandolini o kocaman göğüslerinin üstüne yerleştirir, bir yandan çalar, bir yandan da notaları okurdu. Bir gün yine mandolin çalarken, aniden mandolinini atıp öğrencilerin arasına daldı. Hapishane müdürünün oğlu Tuncay’ı kolundan yakaladığı gibi sille tokat öğretmen kürsüsünün önüne çıkardı.
“Söyle” dedi. “Yanındaki hayvan sana ne söyledi de sırıtmaya başladın?”
Şak, pat, şırak, tokat, tekme ( Tuncay’ın yanında neredeyse askerliği gelmiş Akın isimli biri otururdu) “Söyle diyorum oğlum, yoksa valla gebertirim seni” Zaten mazlum bir çocuk olan Tuncay’da ses yok.
“Söyle ulan”
“Hocam söyleyemem, utanırım”
“Söyle öldürürüm” şak, pat, küt…Muazzez hanım coştu.
“Hocam çok terbiyesiz”
“Olsun sana söyle diyorum” şırak, şırak…dayak devam ediyor.
Tuncay’ın yediği tokatlardan suratı kıpkırmızı oldu, boynu eğrildi.
“Söyle yoksa çıldıracağım” Muazzez Hanım cetvele geçti.
“Çok utanıyorum hocam, kulağınıza söyleyeyim” Muazzez Hanım delirdi cetvelin yanıyla vurmaya başladı.
“Hayır, hayır, herkes duysun.”
“Hocam dedi ki”
“Ne ulan ne?”
“Hocam çok terbiyesiz. Söylemesem olmaz mı?” Muazzez Hanım bu defa cetvelin kenarını Allah ne verdiyse Tuncay’ın kafasına indirmeye başladı.
“Hocam dedi ki ahhhhhhhhhhh o mandolinin yerinde o memelerin arasında ben olsam dedi”
Şak, pat, şırak, tokat, tekme ( Tuncay’ın yanında neredeyse askerliği gelmiş Akın isimli biri otururdu) “Söyle diyorum oğlum, yoksa valla gebertirim seni” Zaten mazlum bir çocuk olan Tuncay’da ses yok.
“Söyle ulan”
“Hocam söyleyemem, utanırım”
“Söyle öldürürüm” şak, pat, küt…Muazzez hanım coştu.
“Hocam çok terbiyesiz”
“Olsun sana söyle diyorum” şırak, şırak…dayak devam ediyor.
Tuncay’ın yediği tokatlardan suratı kıpkırmızı oldu, boynu eğrildi.
“Söyle yoksa çıldıracağım” Muazzez Hanım cetvele geçti.
“Çok utanıyorum hocam, kulağınıza söyleyeyim” Muazzez Hanım delirdi cetvelin yanıyla vurmaya başladı.
“Hayır, hayır, herkes duysun.”
“Hocam dedi ki”
“Ne ulan ne?”
“Hocam çok terbiyesiz. Söylemesem olmaz mı?” Muazzez Hanım bu defa cetvelin kenarını Allah ne verdiyse Tuncay’ın kafasına indirmeye başladı.
“Hocam dedi ki ahhhhhhhhhhh o mandolinin yerinde o memelerin arasında ben olsam dedi”
Muazzez Hanım bunu duyunca kürsüden adeta Akın’n üstüne uçtu ve kafasını yakalayıp sıraya vurmaya başladı.
Biz küçükler Akın’ın neredeyse yarı yaşında olduğumuzdan korkudan titrerken müdür geldi. Akın’ı alıp gittiler, bir daha da Selçuk Orta Okulunda Akın’ı göremedik.
Bir ay kadar sonra Muazzez Hanım müdürün odasında müdürle uygunsuz vaziyette basıldı ve sürgüne gönderildi. Acaba vaziyet ne kadar uygunsuzdu diye hep merak ettik.
Ohhhhhh müzik dersleri de boş geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder