7 Ocak 2020 Salı

ULAN AMERİKA

Bu Vera benim kapı komşum inanılmaz güzel bir Rus ailenin en küçük kızı. Bu aile 6 yıldır Moskova'dan gelip yazı İçmeler'de yazlık evlerinde geçiriyorlar. Vera'yı 6 yıldır tanıyorum. Şimdi on yaşında. Kucağımda büyüdü.

Bu aile ile aramızda öyle bir duygusal yakınlık, öyle bir sevgi varki inanamazsınız. Altı yıl önce evlerini satın alıp taşındıklarında, eşim Yasemin yaşıyordu. Yasemin evin hanımı Tatyana'ya yerleşmelerinde çok yardımcı olmuştu.

Her geldiklerinde ama her geldiklerinde bütün aile Yasamin'in mezarını ziyaret eder çiçek koyarlar ve her seferinde Tatyana kendini tutamaz ağlar

Yaaa sayın seyirciler işte insanlık bu. Sizlere defalarca sevginin insanlığın yurdu yok diye yazdım. İbne Amerika yıllarca Rusları bize düşman gösterdi. Kurban olsunlar Ruslara.

Bu günıerde sizlerle bütün ailenin resimlerini paylaşacağım.

Onları tanımanızı istiyorum. İçiniz ısınacak.
SEVMEK

" Bir çay ister misin" seni seviyorumdur. "Yorgun musun" seni seviyorumdur. "İstersen uzan biraz" seni seviyorumdur. "Omuzlarını ovmamı ister misin" seni seviyorumdur. " İstersen kahve de yapabilirim"Seni seviyorumdur. O kadar çoktur ki seni seviyorumlar ve o kadar sağır ve köre söylenirler ki.
ARABAM ÇALIŞIYOR, BİR DE BENZİN KOYABİLİRSEM.

Sonunda arabam tamir edildi. Tam bir buçuk ay süründüm ve 3800 TL hafifledim. Sizler yazılarıma büyük ilgi gösterip maalesef kitaplarımdan bu ilgiyi esirgediğinizden bu hafifleme bayağı ağır oldu.( Kitaplarımı alanlara değil bu sözüm. Onlara her zaman müteşekkirim)

Neyse araba sonunda çalışınca bizim Amerikancı usta bir sigara yaktı bir de bana ikram etti. Bir nefes çekti. Şöyle bir rakı göbeğini sıvazladı. Arabayı işaret etti. " kahpe bize çok eziyet çektirdi, çok inat etti ama sonunda a..na koyduk ama" dedi. Ve hesap çıkardı.

İçtiğim en pahalı sigaraydı.
Laylon şeyhiniz der ki, kadınları mutlu edemezsiniz. Ya yaptıklarınızı beğenmezler ya yapmadıklarınızı.
Sevmekten korkma çocuk. Sevmeyenden, sevemeyenden kork. Bir sevmeyeni sevemeyeni sevmekten kork.
YALNIZLIĞI YALNIZ BIRAKMAYALIM

Kimse kimseyi yalnızlıktan kurtaramaz kendisinden başka. Bir kez yalnızlık insanın içine işlemesin. Eşinizle dostunuzla hatta sevgilinizle bile birlikteyken yalnız hissedebilirsiniz. Gülerken, göbek atarken bile yalnız hissedebilirsiniz. Yalnızlık 'geliyorum"demez. ' işte buradayım" der.

Bazen hiç bilinmeyen nedenlerle yalnız hisseder insan. Kendi de bilmez neden böyle hissettiğini. Sanki birileri dünyayı alır omuzlarına yerleştirir. İşte iki de birde " yav içim sıkılıyor" deriz. İşte bu yalnızlıktır. Bizler iç sıkıntısı adını takarız.

İnsan sayısı yalnızlığa bir çare olmaz. Yanılmıyorsam İstanbul'da 18 milyon kişi yaşıyor. Eminim en fazla yalnızlık çeken insanların başında İstanbul gelir.

Yalnızlığın çeşitleri vardır. İyisi vardır, kötüsü vardır, sevileni vardır, sevilmeyeni vardır, özleneni vardır, kahredeni vardır, bıktıranı vardır, alışılanı vardır alışılmayanı vardır, boğanı vardır hatta ölüreni vardır. Vardır da vardır.  Ama bir yazdıranı vardır ki yalnızlığın tadından yenmez. İşte isbatı;

Yalnız bırakıp gitme bu akşam
yine erken
Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken
En neşeli demler bu gece sazla geçerken
Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken.

Ve işte burada laylon şeyhiniz derki; sudan sebepler yüzünden kırılmayın, gönül koymayın ayrılmayın, kendinizi de başkalarını da yalnızlığa itmeyin. Sonra çoook üzülürsünüz. Öiümlü dünya değer mi? diye sorun kendinize.

Değmez mi?

O zaman günaydın.
AŞKIN KULLANMA KILAVUZU

İki kelimeyle "seni seviyorum"

Üçüncü bir kelime ile biraz şımartalım" seni çok seviyorum"'

Şimdi biraz inanç katalım " valla seni çok seviyorum.

Şimdi de bokunu çıkaralım. " Allah kitap çarpsın, anam avradım olsun ki seni çok seviyorum lan"
BİR DERİN RAKI AKŞAMI

Önce önümdeki ev yapımı rakıdan bir kadeh daha doldurdum, bir dikişte içtim bitidim. Bir "offf" çektim, dudaklarımı yaladım. "Güzelmiş lan" dedim.

Sonra "Hayat aslında bir komedi biliyor musunuz AMK" dedim iki gözüm iki çeşme.

İnanmadılar, "siktir lan" der gibi baktılar.

Daha fazla ağladım.

Daha fazla inanmadılar.

Kadehimi bir kez daha doldurdum.
Ne güzeldir insanın aşık olması. İki kişilik bir dünya kurması. İki kişilik yaşaması.
GÜLMEK HERKESE YAKIŞIR

Yaşamınızda her şeyden vazgeçin ama asla gülümsemenizden, gülmenizden vazgeçmeyin.

Bana göre gülmekten vazgeçmek yaşamdan vazgeçmektir. Ölü yaşamaktır.

Yaşamınızda herşey başınıza gelebilir. Mesela siz şeker bayramını onkoloji hastanesinde bir bayram daha göremeyecek hastalarla kutladınız mı? Ben kutladım. Ve o hastaları anlattığım fıkralarla, yaşanmış hikayelerimle saatlerce güldürdüm, eğlendirdim. Onlarda bana limon kolonyası ve badem şekeri ikram ettiler. Sonra içlerinden biri zulasından bir sigara paketi çıkardı. Pencereleri açtık. Ben gözcü oldum. Sigara içtik.

Siz benim arasıra hüzünlü yazılar yazdığıma bakmayın. Hani yeni gelin " ben hem ağlarım hem giderim " demiş ya, bende ağlarım ama aslında çok gülerim. Yerine zamanına göre herşey.

Yıllar önce Dalay Lama ile yapılan bir röpörtajı izlemiştim. Ne zaman röpörtajı yapan kadın bu muhterem insanı üzecek, acı verecek bir soru sorsa, Dalay Lama'nın yüzünde büyük bir gülümseme beliriyor, sonra cevap veriyordu. Aradan en az 30 yıl geçti. Hiç unutmadım.

Sonuç olarak "gülün lan" der laylon şeyhiniz "gülün ölümlü dünya. Ve öyle güzel gülün ki insanlar sizi eleştirmeye, ayıplamaya, ağlatmaya kıyamasınlar"

Ayyy gülmekten yazamıyorum. Bırakmak zorundayım.🤣🤣🤣
Biliyorum
Uzatmaları oynuyoruz.
eninde sonunda
Bitecek bu maç çocuk..
Bitecek bitmesine de
Güzel olmaz mıydı
Berabere bitseydi.
ASK KÜÇÜK ŞEYLERDE GİZLİDİR

Çok sıcaktı. Alnımdan ter akıyordu. Sana birşeyler anlatıyordum. Gözlerini benden ayırmadan sessizce ayağa kalktın. Masanın diğer ucundan el yordamıyla bir peçete aldın ve bir yandan beni dinlemeye devam ettin, bir yandan alnımda toplanan ter damlacıklarını kuruladın.

Sustum, ayağa kalktım. Gözlerinin içine baktım. Sonra sarıldım, uzun uzun öptüm seni.


  • Ve bir kez daha sevdim. Çok sevdim.
Eyyy ülkemin insanları eğer mangal yakmayı sevdiğiniz kadar birbirinizi sevseydiniz bu hallere düşmezdik.
HAYALLERLE YAŞAMAK

Saat sabahın üçü. Washington tenis turnuvasını seyrediyorum. Yunan asıllı Çiçipas'mıdır nedir genç bir oğlan oynuyor. Nasıl şımarık, nasıl küstah sinir oldum kapadım. Daha fazla seyredemedim.

Sonra yatmadan önce kanalları şöyle bir yokladım ve ilgimi çeken bir film buldum. Uykulu uykulu seyrederken filmdeki kahraman, kız arkadaşına "hayallerini sadece sen gerçekleştirebilirsin" dedi. Bu "hayal" kelimesi beynime saplandı kaldı sanki.

Birden uzun zamandır hayal kurmadığımı, sadece yaşadığımı fark ettim. Korktum, belki de korkmadım şaşırdım. Sonra da üzüldüm.

Ve düşündüm. Uzun uzun düşündüm. O kadar paylaşmayı seven biriyim ki hayallerimi bile paylaşmaya ihtiyacım olduğunu hissettim. Ve aslında hep hayallerimi paylaşarak bu günlere geldiğimi anımsadım.

Eğer hayatınızda hayallerinizi paylaştığınız sizi sabırla dinleyen biri varsa çok şanslısınız. Bunu hiç unutmayın ve onun ellerini sakın bırakmayın.

Sonra çok ararsınız çoook.

Hem onu. Hem sizi terk eden hayallerinizi.
MOTOR SESİ

Bir buçuk ay sanayilerde süründükten sonra biliyorsunuz arabamı aldım. Bu çok eziyetli süre zarfında Zülfü Livaneli'nin şarkısını dilime dolamış, değiştirmiş, dertli dertli mırıldanıp duruyordum
.
Bir garajdan bir garaja
Bir ustadan bir ustaya
Merhaba demeden daha
Bu araba araba değil

Egil salkım söğüt eğil
Bu araba araba değil
Öde yavrum öde eğil
Kazıklanmak güzel değil

Sonunda tam sanayisini de, ustasını da, arabasını da derken bir mucize oldu araba düzeldi.

Arabayı aldıktan sonra o kadar korkmuşum ki ilk günlerde kontağı çevirmeden önce 3 Gul huvallahu ehat bir Elham okuyordum aman araba çalıssın diye. Sonra araba çalıştıkça besmeleye döndüm.

Ben kontak anahtarını çevirince çalışan bir arabanın ve motordan gelen o sesin insanı bu kadar mutlu edeceğini hiç bilmiyordum. Dünyalar benim oluyor şimdi sanki.

Neredeyse orgazmik bir his.

Arabanızın değerini bilin. Kontak anahtarını çevirince çalışan bir araba gibisi yok hocam.

Cehenneme benim arabadan eminim çok sayıda koymuşlardır.

( Bu arada satıyorum. Jeep arayan bir düşmanınız var mı?)
SİTEM

Kime ne zararımız vardı? Ne güzel rakımızı içip Heybeli'de mehtaba çıkıyor, ada sahillerinde bekliyor, eski dostlarla buluşuyor, Beyoğlu'nda geziyor gözlerimizi süzüyorduk.

Biz rakı içip kafa kesmedik, canlı bomba olup kimsenin canına kıymadık, cinsel tercihleri farklı diye kimseleri inşaat arabalarına asmadık, canlı canlı yükselk binaların tepesinden atmadık, kadınları taşlamadık, sokak ortasında sorgusuz mahkemesiz kafalarına kurşun sıkmadık. Kaz dağlarında altın aranmasına izin vermedik. Dokuz yaşındaki kız çocuklarına imam nikahı kıymak caizdir demedik,

Rakı içtik mest olduk. Türküler söyledik, şarkılar söyledik. Birbirimize sarıldık dost olduk.

Meyhaneler boş artık. Rakıya zam, rakıya zam. Allah'tan korkun yahu.

Biz kimsenin ayran içmesine karıştık mı, karışıyor muyuz?
SİNEYE ÇEKMEK

Babam öldüğünde lisedeydim. 17 yaşındaydım. SİNEYE ÇEKTİM.

İstanbul'da üniversiteye başladım. Her Allahın günü eylem, kavga, döğüş, fakülte baskınları, cinayetler bombalar, kurşunlar, boykotlar, parasızlık burnumdan, ağzımdan geldi üniversite hayatım. SİNEYE ÇEKTİM

Anam öldüğünde 24 yaşındaydım. Kanada'da üniversitedeydim. Cenazeye bile gelemedim. SINEYE ÇEKTİM

20 yıl gurbet ellerde yaşadım. İlk 10 yıl Türkiye'ye hiç dönmedim. Bir Kanadalının geldiği yere gelebilmek için en az iki misli çalıştım. Ama zor da olsa utandırdım, başardım. SİNEYE ÇEKTİM.

Eşim ve kızımlaTürkiye'ye 1987 yılında kesin dönüş yaptık. Esnaflığa başladık. Marmaris'e dünyaca tanınan muhteşem mekanlar kazandırdık. Marmaris çarsısını boyadık. Çocuklar korkmasın diye devlet hastanesinin çocuk bölümünü yaptığı tablolarla adeta çcuk bahçesine çeviren eşim Yasemin. 2014 yılında kansere yakalandı öldü. 50 yaşındaydı SİNEYE ÇEKTİM

Önce İlhan sonra Baki, Emin, Dr. Necati, Muammer, Bahattin, Atilla, Erbey, Sacit kader arkadaşlarım, lise arkadaşlarım, yurt arkadaşlarım birer birer gittiler. İçim oyuldu ama SİNEYE ÇEKTİM

Ekonomi bozuldu zaten varımızı yoğumuzu hastanelerde harcadığımızdan tükendim. Marmaris Netsel Marinada eşimle açtığımız o güzelim sanat mağazamızı kapatmak zorunda kaldım. SİNEYE ÇEKTİM

Banka tehditlerinden, avukatlardan banka takiplerinden usandım. Dantel gibi işlediğimiz, eşi benzeri olmayan evimi satışa çıkardım SİNEYE ÇEKTİM

2018 Yılında çok sevdiğim Kore gazisi büyük abim İsmet Karabenli'yi kaybettim. SİNEYE ÇEKTİM.

Altı ay sonra büyük ablam Ayten Karabenli vefat etti. SİNEYE ÇEKTİM

Ekranlarda gözümüze baka baka söylenen yalanları, izlenen yanlış politikaları SİNEYE ÇEKTİM

Çoook yazmak isteyipte yazamadıklarım var. Onları da SİNEYE ÇEKTİM.

Lan ne sine varmış ben de be...

İşte laylon şeyhinizin yaşamının kısa bir özeti. Ve hala sevginin varlığına, güzel günlerin geleceğine, herşeyin daha güzel olacağına inanıyorum.

Sizde inanın.

Sevinirim
Lan felek geç dalganı geç bakalım. Ya yanlış insana doğru zamanda rastlatırsın, ya doğru insana yanlış zamanda.
KAZ DAĞLARI GELİYORUZ

CUmartesi gece yarısı 46 kişi( 6 erkek, 40 kadın) Kaz dağlarında olanları protesto etmek ve Fazıl Say'ın konserini izlemek için belediyenin bize tahsis ettiği bir otobüsle istikamet Kaz Dağları hareket ettik.

Bizi götürecek otobüs önümüzde durduğunda bizim çevreci hanımlar önden yer kapmak için öyle bir saldırdılar ki. Bir an Migros et reyonunda ucuzluk yaptılar zannettim.

Neyse yer bulduk oturduk ezilmeden. Dedik ya otobüste 46 kişiyiz. Yaş ortalaması altmış, kilo ortalaması 70. Maşallah tatlı bir huzur evi dinginliği var. Bir de kafile başkanı hanım "uzuuun yürüyüşler yapabiliriz" diye ikaz etti herkesi. Bu kalabalık nasıl uzun yürüyüş yapabilir hayret ettim. Sanki bütün enerjilerini önden yer kapmaya çalışırken tükettiler gibi geldi bana.

İyi de yahu kardeşim sormazlar mı adama bu memleketin gençleri nerede lan? diye. Hala ülkeye bizim gibi eskiler sahip çıkmaya çalışıyor. Gençler sağ olsunlar kafalarını cep telefonlarından kaldırıp etraflarında ne olup bittiğini farkına varmıyorlar ki.

Sonunda tam zamanında, gece yarısı otobüs hareket etti. Allah selamet versin gidiyoruz. Ne zaman varacağız, nerede kahvaltı yapacağız, vardığımızda ne yapacağız hiç bir fikrimiz yok. Bizden ne beklendiğini bilmiyoruz. Belki sadece ben bilmiyorum, bütün hanımlar birbirini tanıyorlar gibi Herkes rahat rahat sohbet ediyor hal hatır soruyor, bir muhabbet, bir muhabbet. Bir yandan da tırnaklarını törpülüyorlar. Yapmayın etmeyin madenciler bize saldırırsa o tırnaklara ihtiyacınız olabilir diye feryat ettim. What fayda, aldırış bile etmediler.

Ama sağ olsunlar. Börekler hazırlanmış, kurabiyeler yapılmış. İzzet ikram, bir karbonhidrat patlaması yaşamaya başladık ki sormayın gitsin

Neyse, 6 adet ihtiyaç molasından sonra sabah 11 sularında Kaz Dağlarına vardık. Trafik yoğunlaştı.

Güçlükle Fazıl Say'ın konser vereceği yere ulaştık. Kardeşim dağ taş insan, binlerce araç. Bir trafik, bir karışıklık, konser zaten başlamış. Fazıl Say'a değil yaklaşmak Fazıl Say'ı görmenin imkanı yok. O kocaman kuyruklu piyanoyu dağın tepesine nasıl çıkarmışlarsa. Helal olsun valla. Adam zor çıkıyor.

Fazıl kardeşim güzel romantik duygulu parçalar çaldı. Ses düzeni iyiydi, koyun kaval dinler gibi dinledik, alkışladık, bravo diye bağırdık. Sonra Kaz Dağları için yeni bestelediği parçayı çaldı. Daha doğrusu çalmadı piyanoyu dövdü. Sanki kızgınlığını piyanodan çıkardı. Ben piyanonun yerinde olsam" lan beni dağın tepesine çıkardın, bir de ne dövüyorsun?" Der isyan ederdim.

Sonra konser bitti rezillik başladı. 10 binin üstünde ne yapacağını' nereye gideceğini bilmeyen, o kalabalıkta birbirini kaybetmiş panik yaşayan insan. Bir o kadar da araba. Otobüsümüzü bulup binene kadar öldük öldük dirildik. Güneşin altında süründük.

Marmaris'ten Kaz Dağlarına 11 saatte geldik. 11 saatte de geri dönüş. Şimdi dönüş yolundayız' Önce şarkılar türküler söyledik. Koro kurduk. Şimdi herkes uyuyor. Çok yorulduk ama içimizde üzerimize düşen görevi yapmanın gururu ve rahatlığı var. Önümüzde ki Salı günü Fazıl Say  Datça'ya geliyor. Datça Marmaris'e sadece bir saat ama çok yoruldum, gitmeyeceğim.

Şu anda Aydın'a geldik. Bir tek Soför uyumuyor. Ben uyumuyorum, düşman uyumuyor. Geri kalan herkes mışıl mışıl. Saat sabah ikisi. İki saatlik yolumuz kaldı.

Vatan sağ olsun.
HER ŞEY DAHA GÜZEL OLURDU

Bir sevgilim olsaydı
önce insan
sonra melek
Biraz yüzüm asıldığında
boynuma sarılsaydı
kedi gibi sokulup
"İyi misin" diye sorsaydı.
Hüzünlerime ortak olsaydı.
.
Bir sevgilim olsaydı
gözlerinin rengine
hayran kalsaydım
ama ela
Ama mavi
Ama boncuk siyahı
ama kahverengi
ama yosun yeşili .
Ne fark ederdi ki?

Bir sevgilim olsaydı
dalyan gibi uzun
veya hokka gibi minyon
Gözlerime baktığında
Kaybolsaydım,
kaybolsaydı.
Ölüm lafı geçince
ellerime sarılsaydı
başını göğsüme yaslasaydı.

Bir sevgilim olsaydı
güldüğünde güller açan
Baktıkça içimi ısıtan.
kapıdan çıkar çıkmaz özlediğim.
Akşam saatlerini
İple çektiğim
Çiçekler getirdiğim
iyi ki varsın
iyi ki benimsin
benimlesin dediğim.
Dualar ettiğim.
Yatıp kalkıp şükrettiğim

Bir sevgilim olsaydı.
gökte ararken
yerde bulduğum
Yaradana kurban olduğum.

Bir sevgilim olsaydı.
İşte yazdığım gibi
Ölümü düşünmezdim
Vallahi düşünmezdim
Yaşardım yani yaşardım
Dibine kadar
Köküne kadar
Sonuna kadar
Zaman dururdu
Ve ancak o zaman
Herşey daha güzel olurdu.

Bir sevglim olsaydı...
Bir deli zamanımda rastlamışım sana diye başlamıştım yazmaya. Sonra  birden aklıma geldi, akıllı zamanım hiç olmadı ki benim.
BİR FİNCAN KAHVE OLSAM

Yaşasın başardım başardıııım. İlk köpüklü kahvemi yaptım. Artık kimselere boynumu büküp, ortada kalmış gibi, yarı ağlamaklı bir ses tonuyla. bütün kibarlığımı ve yazarlık hünerimi ortaya dökerek " biliyorum size çok zahmet olacak ama, çok rica etsem bana bir kahve yapar mısınız? Diye sormam gerekmiyor.

Bu başarımda beni yalnız bırakmayan, sabırla beni yönlendiren siz canımın içi, fedakar okurlarıma çoook teşekkür ediyorum.

İçimden önce kendimi alnımdan öpmek sonra da sarılıp hepinizi birer birer öpmek geliyor. Bir gün bu başarıya ulaşacağıma inanmıyordum.

Lütfen "maşallah sonunda başardı" deyin.

Burada kesmek zorundayım çünkü kahvem soğuyor.

Bu başarı hepimizin.

Allah hepinizden razı olsun.

God bless you ( yabancı okurlarım da var)🤣🤣🤣
SPOR HAYATTIR

Bana "yahu kaç yaşına geldin hala spor yapıyorsun bıkmadın mı, yorulmuyor musun nasıl yapabiliyor sun?" Diye soruyorlar.

Şimdi, laylon şeyhinizi dinleyin. İyi dinleyin. İnsan vücudu insana emanettir.. Vücudun her uzvu canlıdır ve ilgi ister. Ben bana vücudumun "hadi baba, hadi sahip vakit geldi" dediğini duyarım.Organlarımın, ihtiyacını hissederim. Kısaca hizmet istiyorsan hizmet etmeyi kabulleneceksin.. Eğer ben onları dinlemezsem, istediklerini yapmazsam hem beni yaratana, hem onlara nankörlük etmiş olurum. Saygılarını yitirirler. Kolllarım bacaklarım belim omuzlarım vs bana küserler. Güvenlerini kaybeder , beni dinlemezler sırtlarını dönerler. Bu ne demektir biliyorsunuz.

Köpeğin varsa gezdireceksin arkadaş. Boşuna işleyen demir ışıldar, pas tutmaz  dememişler. Ne verirsen onu alırsın. Enerji harcayacaksın ki, temiz yeni enerji dolsun vücuduna. Hani barsaklarınızı boşaltıyor, rahatlıyor yer açıyorsunuz ya öyle bir şey. Vücudunuzdaki bayatlamış enerjiyi atıp yeni ederji depolamanız gereklidir. Bu da ancak spor yapmakla mümkün olur.. İşte bu yüzden spor yaptıktan sonra insan kendini iyi hisseder. Ve bu güzel enerjiye ancak böyle ulaşabilirsiniz. Yattıkça değil. Yattıkça insan dinlenemez sadece daha miskinleşir.  Şeytana uymayın. Vücudunuza borcunuzu ödeyin. Sporunuzu yapın. Üşenmek ve üşendirmek şeytanın en sevdiği silahlarındandır unutmayın.

Bilmem anlatabildim mi?
DAĞLAR GÜZELDİR, ÇOOOK GÜZELDİR.

Dağları çok severim. Babam rahmetli de çok severdi. Marmaris ve çevresinde çıkmadığım dağ görmediğm tepe kalmadı diyebilirim. Solo gitmeyi tercih ederdim. Alırdım yanıma kurt köpeğim Mahsun'u, o dağ senin bu dağ benim gezer dururduk.

Dedim ya dağları çok severim ben. Çünkü sahtekar, yalancı, dedikoducu, kötü kalpli, içten pazarlıklı, hain, nankör insanlara dağların zirvesinde rastlayamazsınız. O tipler sırtlarındaki o kadar ağırlıkla tırmanamazlar, çıkamazlar.

Her neyse yazımıza dönelim. Zirveye vardığımızda otururduk bir yere ter içinde Mahsun ile. Mahsun  çenesini dizime koyar ve "bayağı yorulduk be babacığım" der gibi yüzüme bakardı. Bazen zirveden Marmaris'i seyrederdik birlikte. İnsanlar ve arabalar küçücük görünürlerdi. Küçücük ve müdafasız. Karınca sürüleri gibi.

Aşagıdaki bu koşuşturmayı izledikçe zavallılar ne kadar da koşturuyorlar derdim yükseklerden. Kendimi ayrı bir dünyada gib hissederdim. Bu gün hala izah edemediğim bir koruma, bir sahip çıkma, bir şefkat duygusu oluşurdu içimde aşağıda yaşayanlar için.

Sonra başımı gökyüzüne cevirir yükseklere çok yükseklere bakmaya çalışır tanrıyı düşünürdüm.

Çoook yükseklerden dünyasını seyrederken ne hissediyor acaba diye baktıkça duygulanırdım. O özene bezene yarattığı bizlere verdiği dünyasında olup bitenlere nasıl tahammül ediyor acaba diye merak eder onu bir kez daha sever, ona bir kez daha hayran olurdum.

Mahsun'da hissederdi  duygularımı herhalde ki, ellerimi yalamasından anlardım.

İyi pazarlar o zaman.


AYRILANLAR İÇİN

Başka birini bulmak
Zor değil be çocuk
Ayrılmak zor
Hasret zor
Yeniden alışmak
Yeniden sevmek zor

İnsanın bir daha
birbirini göremeyeceğini
Birbirini duyamayacağını
Kabullenmek zor
Parça parça olmak zor.

Ve her ayrılığın sonunda
yüzde bir acı gülümseme
Beyinde bir çaresizlik
Kalpte bir sızı
gözlerin altında
Derin çizgiler
oluşacağını
Bilmek zor

Zor be çocuk.
Vallahi de zooor
Billahi de zor
KADINLAR, BİZİM KADINLARIMIZ

Hayatım boyunca kadınla erkek eşitliğine inandım. Erkek erkeğe olan toplantıları, aktiviteleri sevmedim. O tek düze enerji sıktı, boğdu beni. Bilhassa kadınları aşağılayan konuşmalara, iğrenç fıkralara, hikayelere kulaklarımı tıkadım. Geçtim gittim.

Kadınlara uygulanan kaba kuvvetin hep karşısında oldum. Kadın cinayetleri, Töre cinayetleri içimi parçaladı. Lanet ettim.

Allah karşıma birbirinden güzel kadınlar çıkardı. Hepsini sevdim hala da seviyorum. Ben işte o kadınlar sayesinde böyle bir insan oldum. Beni adam ettiler yüreğimi yumuşattılar. Hayata bakış açımı değiştirdiler. Hayata bağladılar. Hayatı, insanları sevdirdiler bana.Hoşgörüyü öğrettiler.

Eğer bu gün dünya genelinde devlet yönetimlerinde erkekler kadar kadınlara yer verilseydi dünya bu hallere düşmez, böyle sürünmezdik. Buna bütün kalbimle inanıyorum

Kızımın doğumunda eşimin baş ucundaydım. Acının , fedakarlığın ne olduğunu gördüm. Kadınları bir kez daha sevdim, onlara bir kez daha hayran oldum. Bence hiç bir erkek bir kadının bir çocuk doğurmak için çektiği sıkıntıları çekip bir kadının çocuğunu doğurmazdı.( çok uğraştım bu cümleyi kurmak için😃)

Hayatıma giren hiç bir kadını tapulu malım olarak görmedim. Önlerinde durmadım. Elimden geldiği kadar onları destekledim yardımcı olmaya çalıştım. Kimseyle kötü ayrılmadım. Onları kırmamaya çalıştım. İçim kan ağlasa da şefkat gösterdim. "Gönül bu" dedim geçtim gittim.

Son yıllarda ki yalnız yaşamım süresinde bir kadının yerini önemini çoook daha iyi anladım. Allah kadınlara nevresim takma sabrı ihsan etmiş.🤣

Ve kadınlar Asırlar boyunca her türlü haksızlığa eziyete katlandılar hala da katlanıyorlar. Bu ne inanılmaz sabır, ve ne büyük ne uzun süren haksızlıktır.

Kadınlarının değerini anlayan onları hoş tutan koruyan seven, sayan erkeklere laylon şeyhiniz olarak lafım, sözüm yok. Bu mesajım diğerlerine. Onlar kendilerini bilirleeeer, bilirler.

Adam olun lan, adam olun. Anadolu' da birine kızdılarmı " karın ölsün" derler. Büyük intizardır. Kadınınızın değerini bilin. Bilhassa bizim ülkemizde bir kadının hayatının ne kadar zor olduğunu anlayın.Onun hayatını daha da zorlaştırmayın destek olun. Sevaptır, insanlıktır, asilliktir.

Size her baktığında yüreğiyle gülümseyerek bakan bir kadın cennetin habercisidir ve bunu yaratmak sizin elinizde "Hay boyun devrilsin" dedirtmekte sizin elinizde unutmayın.

Kadınınızı kaybederseniz sürüm sürüm sürünürsünüz. Nevresime yorgan tıkmak başınıza kalır onu da unutmayın.

Beni de deli etmeyin.😍😍😍
SORAMAM Kİ!,,,

Bu hep böyle olmuştur. Adam son nefesinde herkesi affeder. Affedilenlerde son nefesininde ki adamı affederler. Yürekler yufkalaşır, gözler dolar hatta gözyaşları sel olurr.Bir duygusallık, bir hüzün bir affetme helal etme yaşanır ki evlere şenlik.

Böyle zamanlar da hep içimden "'lan madem bu kadar hoşgörülüydünüz de ne bok yemeye bu kadar beklediniz? Son ana kadar birbirinizin burnundan getirdiniz Dünyayı birbirinize zindan ettiniz?" Diye sormak gelir.

Soramam ki !...

Hep içimde kalır.


BUDA BÖYLE BİR AŞK HİKAYESİ

Sahipli mi sahipsiz mi oldukları belli olmayan başı boş köpeklerin, site bahçelerinin taş duvarlarından sokaklara sarkmış kırmızı, beyaz, sarı pembe, rengarenk begonvillerin. çivit mavisi boyaları yer yer dökülmüş demir korkuluklarla çevrilmiş, yağmur bekleyen su kanallarının, boyları birbirinden farklı palmiyelerin, zakkumların', zeytin ağaçlarının, süslü kaldırımların mahalle aralarına serpiştirilmiş plastik otobüs duraklarının, kaktüslerin, kaktüslerin üstündeki her tarafları dikenlerle dolu mısır incirlerinin, birbirine sokulmuş, birbirine çok benziyen lego evlerin, duvarları beyaz kubbesi sarı caminin, mahalleye fazla modern kaçan üzeri kapalı pazar yerinin, tek tük meyve ağaçlarının, fıstık çamlarının arasında eski model koyu lacivert BMW arabasıyla dolaşıp duruyordu uzun beyaz saçlı beyaz sakallı adam.

Sonbaharın kışa el uzattığı, havaların bilhassa geceleri soğuduğu günlerden güzel bir akşam üzeriydi. Evet, hava serindi ama terliyordu direksiyonda ki adam. Sıkıntılıydı, kızgındı. Yeni tanıştığı kız arkadaşı onu yemeğe davet etmiş, evinin yerini bir güzel tarif etmişti.  Sıkıntılıydı çünkü beceriksizliğine kızmıştı. Arabasıyla şaşkı şaşkın o sokak senin bu sokak benim dolaşıp duruyor, bir türlü evi bulamıyordu.

Sonunda önce pes etti. Sonra da arabasını caminin önüne park etti. Cep telefonunu eline aldı. Söyleyeceklerinin sesli bir provasını yaptı. Telefon açtı, özür diledi. Beceriksizliğini açık açık itiraf etti. Utanarak caminin önünde beklediğini, bir zahmet gelip kendisine yolu göstermesini rica etti. Kızcağız telaşlı bir ses tonuyla kısa zamanda geleceğini söyleyip telefonu kapattı.

Arabanın içinde oturup çaresiz beklemeye başladı uzun saçlı uzun sakallı adam. Bir yandan beceriksizliğine kızıyor bir yandan da çevresinde gördüğü güzellikleri hayran hayran seyrediyordu. Zamanında bir tek ev yoktu buralarda. Hani "iti bağlasan durmaz" dedikleri yerlerdi buralar. Nasıl da büyümüş, gelişmiş, değişmiş her şey diye söylendi beklerken kendi kendine..

Çok beklemesi gerekmedi. Kısa bir süre sonra onun üzerinde kısa bir çeket, sarı kıvırcık, dalgalı saçları esen rüzgarda uçuşarak arabasına doğru koşarcasına geldiğini gördü. O kadar güzel ve telaşlı gözüküyordu ki dayanamadı arabadan indi, sarıldı. Önce özür diledi, sonra caminin önünde olduklarını unuttu teklifsizce öptü onu.

İşte ilişkileri böyle güzel bir sonbahar akşamında böyle güzel başladı. Güzel günler de yaşadılar birlikte. Ama maalesef iki gönül bir olunca samanlık seyran olmadı. Zaman geçti. Farklılıklarını bir türlü aşamadılar kabullenmediler', kabullenemediler. Geçmişleri ikisini de rahat bırakmadı. Hep araya girdi. Hatalar, kavgalar münakaşalar anlaşamazlıklar arttıkça arttı. Defalarca ayrıldılar defarlarca barıştılar. Üzüldüler, yıprandılar ama bir türlü iki yakaları bir araya gelmedi, getiremediler...

Ve adam o güzel sonbahar akşamında sarı saçları uçuşarak telaşla arabasına koşan o kadını ve o sahneyi hiç unutmadı. Hep hatırladı, hep özledi.

Ve hep sevdi de...
YALNIZLIĞA ALIŞMAK

Yalnızlığa alışmaya başladım. Seviyor muyum yalnızlığı? "Hayır". Ama alışmaya başladım ve korkuyorum.

Özlediklerimi artık her geçen gün daha az özlüyorum. Ben paylaşmayı çok seven, paylaşmadan yaşanmayacağına inanan biriydim.

Bal gibi yaşanıyor işte.

Yalnız yemek yapıyorum. Yalnız yemek yiyorum.
Yalnız içiyorum.
Yalnız okuyorum.
Yalnız yazıyorum.
yalnız televizyon seyrediyorum.
Kahvemi kendim yapıyorum.
Korkularımla yalnızım
Ve yalnız yatıp uyuyorum.

Bayılıyor muyum böyle yaşamaya'? Tek kelimeyle "hayır". İki kelimeyle " hayır bayılmıyorum"

Ama hayatıma yeni birini aman yalnızım, adet yerini bulsun diye sokacak kadar bencil değilim ben. Sevmediğim', birisiyle sırf yalnızlığım bitsin diye birlikte olmayı düşünmek bile rahatsız edici. Ben sevmediğim hiç kimseyi hayatıma sokmadım. Sevgiyi menfaat haline getirmenin, sevgi sahtekarlığına dönüştürmenin benim kitabımda yeri yok.

Şık olmalı erkek dediğin. Yalnızlığı da şık olmalı. Yeni birisini sevmesi de, yaşamına sokması da şık olmalı.😍

Sonunda yalnız yaşamanın beni sevmediğim sevemediğim bir türlü ısınamadığım içe dönük bir insana çevirmesine izin vermeyeceğim. İnsanları seviyorum, hayatı seviyorum ben. Ve Nazım Hikmet''in şu sözleri bana ışık tutuyor, yol gösteriyor." İŞİN EN AŞAĞILIK TARAFI ŞU Kİ YAVRUM GALİBA YALNIZLIĞA AİIŞIYORUM BEN"

Boşuna güzel yanları var ama yalnızlık korkutucu diye yazmıyorum yani.

Bu da geçer biliyorum, inanıyorum.

Ne geçmedi ki?
ANI YAŞAMAK

Bir sarılırsınız sevdiğinize, bir saçlarının kokusunu içinize çekersiniz, bir gözlerinin içine bakarsınız, yumuşacık duygu dolu öpüverirsiniz. İşte o an iki kalbin bir kalp olduğu andır. İşte o an, zamanın durduğunu andır. İşte o an anı yaşamaktır.


  • İşte anı yaşamak budur
Günaydın. Yine uyku yok. Yine sabahı ettik.

YAŞAMAK

Yaşamak bazen
Bir dağ başı
bir zeytin ağaçı
Bir beyaz gül
Bir gece yarısı
Bir ezan sesi
bir kedi yavrusu
Bir gelincik çiçeği
Bir kelebek
Bir ağustos böceği

Yaşamak bazen
bir gülüş,
bir tatlı söz,
bir sarılış
bir dost
Bir şarkı
bir anı
Bir öpücük

Yaşamak bazen
bir ağır yük.
YAŞAM DERSİ

Naylon şeyh der ki; Çıkmadığın dağ, budamadığın bağ, seyretmediğin yıldız yüzmediğin deniz, koklamadığın gül, duymadığın bülbül, okşamadığın bebek,
kovalamadığın kelebek, doyurmadığın kedi, koşturmadığın köpek, tutmadığın balık, açmadığın yelken, özlemediğin dost, etmediğin dua, sormadığın soru, vermediğin cevap, okumadığın kitap, söylemediğin şarkı, turmanmadığın ağaç, gitmediğin seyahat, dövmediğin sahtekar sövmediğin yobaz, içmediğin şarap, götürmediğin kebap, binmediğin at, kucaklamadığın evlat, sarılmadığın avrat, fark etmediğin hayat
senin değildir.

Uyan lan uyan, yaşamayı öğren. Hayat kısa. Üşenme, tembellik etme.. Ölmeden ölme.
'Sevgilim' güzel ve asil bir kelimedir. Sıcaktır, candandır, samimidir, sevgi doludur, ciddidir. 'Aşşşkım" ne yav?
LAYLON ŞEYH KARARDI

Eeee ,yeni generasyon; bokunu çıkardınız ama. Teknoloji sizi öyle bir kucağına oturttu ki ne yazmayı biliyorsunuz, ne okumayı biliyorsunuz, ne sevginizi söylemeyi biliyorsunuz, ne sevginizi göstermeyi biliyorsunuz. Ne de Türkçeden haberiniz var.

Kaldırın kafanızı cep telefonlarınızdan . Ömrünüz geçip gidiyor, sanal bir dünyada yaşıyorsunuz. Sizi nasıl esir aldıklarını, sizi nasıl uyuttukların, beyinlerinizi nasıl yönlerdirdiklerini  sizinle nasıl oynadıklarını, dalga geçtiklerini hiç mi fark etmiyor sunuz haaa hiç mi fark etmiyor musunuz? Lan.

Öyle kaygısız, öyle umursamaz, öyle vurdun
duymaz bir hale geldiniz ki dünyayı size emanet etmeye, korkuyoruz çünkü dünyadan haberiniz yok.

Neden bu kadar uzun yaşadığımızı zannediyor sunuz?

Ölmeye korkuyoruz da ondan.
MERAKI KEDİYİ ÖLDÜRDÜ

Ben hep sevgilimi merak ederim. Sonra acaba sevgilim beni merak ediyor mu diye merak ederim. Sonra beni hala seviyor mu acaba diye merak ederim.

Sevgilimi bitiririm. Sıra bana gelir. Önce iki yakam ne zaman bir araya gelecek acaba diye merak ederim. Sonra Allah'tan korkup rakı fiyatlarına zam yapmayı durduracaklar mı acaba diye merak ederim.

Sonra sıra memleketi kurtarmaya gelir. Lan bu memleketin hali ne olacak acaba diye merak ederim. Bu zavallı milletin ne zaman aklı başına gelecek ne zaman, sabrı tükenecek acaba diye merak ederim. Başka merak ettiklerimde var ama yazamıyorum tutuklanmaktan korkuyorum. Eminim içinize doğmuştur. Siz bilirsiniz sizzz o merak ettiklerimi. Ah siz yokmu sunuz sizzz.

İngilizler " curiosity killed the cat' derler. Merakı kediyi öldürdü demektir.

Beni de bu merakım öldürecek bir gün galiba.

Hayırlısı.
YİNE SEVERİM, ÇOK SEVERİM

Bazen şeytan yakamı bırakır. Meleklerim geri dönerler, barışırlar benimle. İşte o zaman yine ben olurum. 
Olmam gereken ben olurum. Sevdiğim özlediğim, sarılmak istediğim ben olurum. Ve şiirler yazar ve türküler söyler ve yazılar paylaşırım.

Dünya güzelleşir.

Yaşamın yakasına yapışırım

Renk renk begonviller, zakkum çiçekleri, japon gülleri, zeytin ağaçları, bademler, adaçayı, kara kekik kokuları, zeybekler, çocuk cıvıltıları, kuşlar, yıldızlar, mehtap, denizin mavisi, yelkenliler. Pancar motorlu balıkçı tekneleri, saman iskelesinde ki kanape yine benim olurlar. Dağlara tırmanır taa Yunan ellerinden gelen rüzgarları bağrımı açar kucaklarım.

Ve yine severim.

Çok severim.
Emeğinizi insanlığınızı esirgemeyin.  "ahh keşke" demek yerine "Elimden geleni yaptım" demek güzeldir.

Günaydın
ŞÜKRET NEREYE KADAR?

Şükret şİhirli bir kelimedir. Şükretmek güzeldir rahatlatıcıdır, gereklidir. Ama zaman zaman bir uyarıcıya dönüşebilir. Hatta bazen istismar edilir .Bir gözdağı bir baskı unsuru olabilir. Hep bu kelime kafamıza vurula vurula büyüdük. "Oğlum şükret, kızım şükret. Şükret lan, şükretsene lan eşşoleşşek". Yalan mı?

Tamam da şükretip devamlı yağ çekmekle iş bitmiyor ki. Sana can verilmiş. Mucize bir vücut verilmiş, şükretmesine şükret de yatıp kalkıp şükretmenin yanı sıra bir şeyler yapman, bir şeyler üretmen gerekiyor. Şükretmekle iş bitmiyor ki.

Şimdi düşünün siz bir fabrikatörsünüz. Sabahleyin fabrikanıza gidiyorsunuz ve herkes size secde ediyor, şükrediyor. Ama kimse işini yapmıyor. Bu arada bazıları da boynunu bükmüş çalışıyor, işlerini yapıyorlar. Kimi tercih edersiniz? Allah sanki çalışanı ve yan gelip yatıp şükredeni bilmiyor, o kadar cahil veya saf.

Yani önce çalış, üstüne düşeni yap sonra şükret. Yani önce deveni bağla sonra Allah'a emanet et.

Sevişirken bile şükret diyorlar. Lan bırakın da hiç değilse o kararı biz verelim yav.
Bir kızı olmalı insanın
Bakmaya doyamadığı
kızmaya kıyamadığı
bir kızı olmalı insanın
Gözlerinde kaybolduğu
Saçlarını kokladığı
Bir kızı olmalı insanın
Her sarıldığında
Hayata bağlandığı.

(Dünya kız çocukları gününüz kutlu olsun)
BEŞİNCİ YIL DA GEÇTİ

"Çok güzelsin, " derdim. Yeşil gözlü güzel kadına, gülerdi. " Güzelim ama değil mi" diye sorardı. Çapkın çapkın, şımarırdı." Evet, çok güzelsin. O kadar şanslıyım ki senin gibi bir eşim, olduğu için" derdim. " O zaman sakın şansını zorlama" der bu defa kahkahalarla gülerdi.

Onu dinlememişim, şansımı zorlamışım demek ki. Allah kendisinden çok sevileni çeker yanına alır diyorlar. Ne üzücü, ne zalim bir inanış. Yeşil gözlü güzel kadın henüz 52 yaşındaydı öidüğünde.

Bu gün günlerden Yasemin, 19 Ekim 2019. Onu toprağa vereli tam beş yıl oldu. Beş yıl geçti siz onu tanıyalı, beş yıl geçti ben onu kaybedeli.

Sana bir şey olursa yaşayamam derdik birbirimize ne büyük yalanmış, ne büyük konuşmuşuz.

Bakın ne güzel yorumlamış Can Yücel, "Bağlanmayacaksın kimseye öyle körükörüne. O olmazsa yaşayamam demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü" diye yazmış güzel adam.

Yaşanıyormuş işte...


  • Yaşanıyormuş demek ki...
HAYRET Bİ ŞEY

Birlikte yemek yapmayı,
yemeyi, içmeyi
Yüzmeyi, denizi,
gülmeyi, şakalaşmayı,
dans etmeyi seviyoruz.

Çiçek toplamayı,
Gelincikleri,  nergisleri
Papatyaları, laleleri
kır çiçeklerini seviyoruz.

Okumayı, yazmayı, paylaşmayı, tartışmayı, çekişmeyi, münakaşayı
hatta yeri geldiğinde
kavga etmeyi seviyoruz.

Aziz Nesin'i, Nazım Hikmet'i, Amin Maulof'u, Cengiz Aytmatov'u,
Necip Mahfuz' u, Mohsen Namjoo'yu
İran balladlarını, türkülerini seviyoruz.
,
Badem ağaclarını, badem çiçeklerini',
zeytin ağaçlarını, begonvilleri, zakkum ağaçlarını, zakkum çiçeklerini,
gülleri, nar ağaçlarını,
nar çiçeklerini, seviyoruz.

Kedileri, köpekleri, keçileri,
mini kuyruklu oğlakları, kaplumbağaları,
caretta carettaları seviyoruz.
İ
Kuşları, kelebekleri,
tırtılları, sincapları,
Orospu tavukları
Cırcır böceklerini seviyoruz.

Köy düğünlerini, Orrmancıyı, Kerimoğlunu, Harmandalını, klarnet taksimlerini seviyoruz

Gemileri, takaları, yelkenlileri, Uzun Yalı'yı, Saman İskelesini, Girit Meyhanesi'ni Kısa Yalı'yı Marmaris'i seviyoruz.

Bir de birbirimizi sevsek.🤣😍😃
DOLAYLI BİR MESAJ.

Geçen gece yaşlı bir karı-kocayı konu alan, güzel, duygu dolu, yabancı bir film izledim. Kadıncağız mide kanseri adam ise alzaymır hastası yani bunamıştı.

Birlikte kamp arabaları ile son bir yolculuğa çıkıyorlar. Kadın o hasta haliyle adama göz kulak oluyor ve resimler göstererek, devamlı konuşarak ona bir şeyleri hatırlatmaya çalışıyor. Sonunda isyan ediyor ve "sen, seni benden çaldın. Sana kendimi tanıtmaktan yoruldum usandım artık" diyor.

Bu iki cümle kafama takıldı kaldı. Biliyorsunuz eşimi kaybettikten sonra bizim birlikteliğimiz hakkında bir yığın yazı yazdım ve yorumlar aldım. Bu yorumların neredeyse hepsi kadın okuyucularımdan geliyordu. Ve büyük bir çoğunluğu böyle bir evlilik yaşadığımız için çok şanslı olduğumuzu, hala böyle bir birlikteliğin olabileceğine inanamadıklarını, kendilerini çok yalnız hissettiklerini, eşlerinin vurdumduymaz davrandığını, varlıklarını bile fark etmediğini, emeklerini hiçe saydığını, ne kadar mutsuz olduklarını yazıyorlardı. Bu mesajların sayısı bana hem sürpriz olmuş, hem de beni hakikaten üzmüştü.

Şimdi bu filmde adamcağız bunamış karısını tanımıyor. İsmini bile hatırlamıyor. Yani ciddi bir hastalığı var. Ama maalesef ülkemizde böyle bir rahatsızlığı olmadan senelerdir birlikte olduğu eşini tanımayan, tanımaya çalışmayan, dinlemeyen, önem vermeyen, emeklerini fark etmemekte ısrar eden, o kadar çok erkek var ki. O zavallı kadınlar yaşamları boyunca fark edilmek, tanınmak ,emeklerini ispat etmek, değer görmek için çırpınıp duruyorlar. Kadına gösterilen şiddet ise başlıbaşına bir facia.

Çok yakın bir arkadaşımın halası bunamıştı. Eniştesi her gün eşine bir kahve yapıp, ona uzun uzun hikayeler anlatıyormuş. Bir gün arkadaşım. "Yahu enişte halama saatlerce anlatıyor, anlatıyorsun Yorulmuyor musun? seni tanımıyor ki" demiş.

Ben onu tanıyorum ya yeter" diye cevap vermiş eniştesi.

Ya sayın seyirciler böyle erkekler de var.

Kızım sana söylüyorum. Gelinim sen anla" derler ya öyle işte. Belki yazdıklarım bir yerlere ulaşır.

Laylon şeyhiniz
ONU DA BİLİYORUM

On beş yaşındayım. Üstümdeki kazağa dikkat edin. Babamın ölümünden önce bana aldığı en son hediyesidir. Hiç unutmam gittiğimiz mağazadaki satıcı tezgahın üstüne bir yığın kazak çıkarmış ben hiç düşünmeden bu kazağı seçmiştim. Canım babacığım bana sarılmış öpmüş, "aferim oğlum, tam da benim beğendiğimi seçtin" demişti. Ve ben o kazaığı 30 yaşıma kadar sakladım.

Ya sayın seyirciler ne günlerdi o günler. Bir kazak, bir gömlek, bir çift ayakkabı, hatta bir çift çorap alındığında deliler gibi sevinirdik. Dünyalar bizim olurdu. Yeni ayakkabılarımı giymeye kıyamayıp günlerce sarılıp yattığımı bu gün gibi hatırlıyorum. Bize alınanları arkadaşlarımıza göstermek için sabah olsun diye saatleri sayardık.

Şimdi çocuk altındaki Honda arabayı beğenmiyor. Babasının Mersedesine göz dikiyor. "Ama baba ayıp olyor".diyor. Neymiş arkadaşlarına karşı mahçup oluyormuş. Yani moruk  Mersedes senin  nene gerek ben varken demek istiyor. On beş yaşındaki kızın elinde 10000 TL lik telefon. Marka giymezlerse utanıyorlarmış. Lan bana ekmek beş lira dedikleri zaman almıyorum, çünkü o kadar insan aç gezerken o beş liralık ekmek boğazımdan geçmiyor ki.

Valla bilmiyorum artık biz mi şanslıydık, bu jenerasyon mu şanslı. Hangi yol doğru, hangi yol eğri. Hangi yaşam tarzı iyi hangisi kötü valla bilmiyorum. Ama bir seçim yap deseler tereddütsüz o günlerimi seçer o günlerime geri dönerdim.. Onu biliyorum.

Hani demişler ya "bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" diye. Öyle işte. Her geçen gün insanlıktan uzaklaşan bir ekran manyağı dünya oluşuyor.

Onu da biliyorum.
İnsanlar yaşlanınca iki guruba ayrılırlar. Ahhh... keşke yapmasaydım diyenler, ohhh... iyi ki yapmışım diyenler. Siz hangisisiniz? Diye paylaştığım yazıma sağolsun "F" vitaminlerim ilgi gösterdiler ve yorumlar yaptılar.

Hepsi birbirinden dürüst ve ilginç yorumlardan biri beni çok duygulandırdı. Bu hanım okuyucum şöyle yazmış "BEN BUGÜN EŞİMİN KABRİNDE KEŞKE ONU HİÇ ÜZMESEYDİM DİYENLERDENİM"

Işte ben sizlere yazılarımın bir çoğunda bunu anlatmaya çalışıyorum. Bir tek ölüme çare olmadığını, ömrümüzü birbirimizi üzecek birbirimize eziyet ederek geçirmemenizi, son pişmanlığın hiç bir faydası olmayacağını vurgulamaya çalışıyorum. Sonuç olarak yazık edersiniz ömrünüze diyorum. Hoş görülü olun, yaşamınızı sevgi üstüne kurun yaza yaza parmaklarım otomatik hale geldi.

Bu güzel okuyucumun güzel dürüst ve duygulu yorumunu okuduktan sonra dayanamadım aşağıdaki şiiri yazdım sizlere.

Bu arada bana bu ilhamı veren Sebahat hanımefendiye çok teşekkür ediyorum.

LAYLON İNCİLER

Sevin diyorum sevin
İnat etmeyin
Sarılın, gülün
Günümüzü gün edin
Affedin
Hoş görmeyi
Öğrenin

Hiç fark etmiyor musunuz
Mezarları, mezarlıkları
Mezar taşlarını
İsimleri, tarihleri
Her gün sıra sıra
Geçip gidenleri
Dua edenleri
Gözyaşı dökenleri.

İnanın yetmeyecek
Çiçek getırmeler
Çiçekler dikmeler
Sulamalar
Mermerine yüz sürmeler
Toprağını öpmeler
Dualar etmeler
Gözyaşı dökmeler

Sevin diyorum, sevin
Sevmeyi öğrenin
İnat etmeyin
Hala vakit varken.
Ve hala
Toprağın üstündeyken

'( bugünden başlayın, pazarınız güzel olsun. Hadi benim için sarılıverin sevdiklerinize. Hatta sevmediklerinize 😍)
YILDIZ ABLAM, ŞÜKRAN ABİM

1970 yılında, Kanada'da yaşayan Nezihe Araz'ın kız kardeşi Vecihe Hanımın çabalarıyla Yıldız Kenter ve eşi Şükran Güngör Nezihe Araz'ın "Anadolu Kadınları" oyununu sahnelemek için Toronto'ya geldiler.

Vecihe hanım oyundan sonra evinde bir parti düzenledi. Ben de Hürriyet Gazetesi muhabiri olarak davet edildim. Yıldız Kenter ve Şükran Güngör'le tanıştım.

Öyle mütevazi insanlardı ki, kısacık bir tanışma faslından sonra aramızdaki sohbet bir abi-abla söyleşisine dönüştü.

Niagara Şelalelerini görmediklerini söylediklerin de isterlerse kendilerini Şelalelere götürüp güzel bir yazı hazırlayacağımı söyledim. Sevindiler, kabul ettiler. Ertesi sabah buluşmaya karar verdik.

Sabah Vecihe hanımların evinden Yıldız Abla' yı ve Şükran Abi'yi alıp şelalelere doğru yola koyulduk tatlı tatlı sohbet ettik yol boyunca.

Sonun da Niagara Şelalelerine vardık. Onlar hayran hayran şelaleleri seyrederken, ben de aynı hayranlıkla resimlerini çektim. Yazıma "Yıldız Kenter ve Şükran Güngör ikinci balayıları için Niagara Şelalelerini seçtiler" diye başlık atacağımı söyleyince çok keyiflendiler. Şükran Abi şelalelere baktı baktı " Güvenciğim, eğer Yıldız Ablan benim başka bir kadına ilgi duyduğumu duysa hiç düşünmeden beni bu şelalenin tam ortasına atıverir, sen onun melek gibi durduğuna bakma " dedi. Yıldız abla o kadar güldü ki, hıçkırığı tuttu.

Toronto'ya döndük. Vedalaşırken her ikisi de bana sarılıp yanaklarımdan öptüler. Şükran Abi elime tiyatronun ve evlerinin adresini ve telefon numarasını tutuşturdu. İstanbul'a geldiğimde onları ziyaret etmem için bana yemin ettirmeden elimi bırakmadı. (Yazdığım yazı ve onların sizlerle paylaştığım bu fotoğrafı, Hürriyet'in Kelebek ekinde kapak sayfası oldu)

Sekiz yıl sonra o zamanlar birlikte yaşadığım kız arkadaşım Nina ile Türkiye'ye tatile geldik. İstanbul radyosunda Şükran Abi'ye rastladım. Beni görünce sarılıp iki yanağımdan sevgiyle öptü. Kız arkadaşımla tanıştırdım. Tatile geldiğimizi, bir kaç gün içinde Kanada'ya döneceğimizi söyledim " Hayır efendim bize uğramadan hiçbir yere gitmiyorsunuz, hem Yıldız Ablan çok kızar. Hemen bu akşam bize geliyorsunuz" dedi. " Şükran Abi sizler çok meşgul insanlarsınız, rahatsız etmeyelim" dedim. "Hayır Yıldız Ablan kıyameti koparır. Bu akşam bekliyoruz, o kadar" dedi. Çok tatlı ve samimiydi. "Peki" dedim, "bak bekliyoruz haa" dedi tekrar ayrılmadan.

Nina'ya Yıldız Abla ve Şükran Abi'nin kimler olduğunu uzun uzun anlattım. Çok heyecanlandı. O akşam yolumuzun üstündeki bir çiçekçiden mor çiçekler alıp, Yıldız Abla'ların Aşiyanda ki nefis boğaz manzaralı apartmanlarının kapısını çaldık. Kapıyı gülerek Yıldız Abla açtı. Önce gayet zarif bir şekilde Nina'nın elini sıktı, yanaklarından öptü. Sonra bana sarılıp" Hani sen eğer İstanbul'a gelirsem sizlere muhakkak uğrarım diye söz vermiştin hınzır seni, demek Şükran seni görmese geçip gidecektin ha?" Diye gülümseyerek sitem etti. " Ablacığım çok çalışıyorsunuz, rahatsız etmek istemedik" dedim. Nina çiçekleri taktim etti.
"Ayyy çocuklar şimdi siz bu çiçeklere bir yığın para vermişsinizdir, neden zahmet ettiniz?" dedi. Defalarca teşekkür etti ve hemen çiçekleri bir vazoya yerleştirdi.

Oturduk. Ben Şükran Abi'yle konuşurken  Yıldız Abla da Nina ile kırk yıllık dost gibi İngilizce sohbete daldı. Sonra kolumu hafifçe çimdikleyip " Güven bu kız harika. Hem çok güzel, hem zarif, hem de kültürlü. Vallahi bayıldım, aman bu kızı kaçırma, evlen. Böyle birisini çok zor bulursun" dedi.

Sonra Yıldız Ablam bize çorba yaptı. Suların yine kesik olduğundan şikayet etti. Gece yarısına kadar oturduk. Balkonda yine Yıldız Ablamın özenle hazırladığı mezeleri yedik, rakılarımızı yudumlarken güzel güzel sohbet ettik. Yıldız abla her fırsatta bana muhakkak Nina ile evlenmem gerektiğini hatırlattı. İki de bir de kocasına dönüp, Öyle değil mi Şükran? Öyle değil mi ama canım, haksız mıyım? Dedi defalarca. Ben de onu, daha doğrusu onları kırmamak için söz verdim.

Gece yarısına doğru sarıldık, vedalaştık ayrıldık. Sonra köprülerin altından çok sular aktı ve ben verdiğim sözü tutmadım.

Canım ablam hatırlarsın size içinde sizleri de yazdığım "Kanadolu" kitabımı yollamıştım. Beni telefonla arayıp defalarca teşekkür etmiştin o kadar işinin arasında. Ne zarif ne alçak gönüllüydün sen.

Artık çok sevdiğin eşin Sükran Abi'me, Müşfik kardeşine, vefatına kadar sahip çıktığın anneciğine kavuştun. Sizler o güzel ışığınızla ülkemizi yıllarca aydınlattınız. Çok çalıştınız, çok yoruldunuz, inanılmaz fedakarlıklar yaptınız. Allah sizden razı olsun. Mekanınız cennet olsun. Sizleri hiç unutmadım. Unutmayacağım da. Ne güzel insanlardınız.

Üzgünüm.
Bir buçuk ay sanayi de yoğun bakım da !süründükten sonra arabam  "yatağımda ölmek istiyorum" dedi eve getirdim.
İYİ ŞEYLER OLMUYOR

Marmaris'e yağmur yağıyor. Ben yağmuru sevmem. Yağmurlu havaları da sevmem. Kanada'da bir incecik güneş ışıgı görmeden aylarca süren yağmurlar yaşadığımdan yağmuru sevmem, yağmurlu havaları sevmem gri rengi de sevmem.

Sizlere yaklaşık bir haftadır eğlenceli yazılar yazdım. O yazıları özellikle paylaştım çünkü sizleri pek iç açıcı olmayacak bir yazıma hazırlıyordum. Yıldız Ablamın vefatı sırayı bozdu. Çooook üzüldüm çoook. Nurlar içinde yatsın. Öyle şeker, öyle hassas, öyle hanımefendiydi ki...

Bazı insanlara "dayak arsızı" derler ne kadar döverseniz dövün fark etmez, çünkü acıya alışırlar. O kadar eziyet çekmişlerdir ki artık hissetmezler. Nasırlaşmıştır sanki bedenleri. Ama o acıyı çektikçe vücutlarının aksine duyguları derinleşir, içlerine ata ata iç dünyaları bir başka olur.

İşte neredeyse ben de öyle hissediyorum. İyi şeyler olmuyor. Uzun zamandır olmuyor.

Son beş yıl içinde sizlerle çok şeyler paylaştım. Size kalbimi açtım. Siz benim canım oldunuz, ciğerim oldunuz, aldığım nefesim oldunuz Kitaplar, şiirler yazdım paylaştım sizlerle. Bana sahip çıktınız. Sizin sayenizde son kitabımı bastırabildim. Hürriyet gazetesi, Cumhuriyet gazetesi, yerel basın "okurları yazarlarına sahip çıktı" diye yazdılar. Dünyalar benim oldu. Sevindim, çok sevindim.

Yazılarımda hiç bir şeyi saklamamaya çalıştım. Yeri geldi dertlerimi, sıkıntılarımı dinlediniz. Yeri geldi kahkahalarla güldünüz yazdıklarıma,. Yeri geldi hüzünlendiniz de.

Önce ki yazılarımda sizlerle paylaştığım gibi eşim Yasemin'in ölümünden sonra her şey tersine döndü
ve ben onunla gidişiyle kontrolu kaybettim. Dertlerimiz başladı.

Bankalara olan bir kaç yüz bin lira borcumuzu çeşitli nedenlerle ödeyemediğimizden önce marinada ki insanların hayran olduğu, büyük emek vererek açtığımız mağazamızı kapattık. Sonra eşimle adeta bir dantel gibi işlediğimiz evimizi satışa çıkardık. Maalesef ekonominin içinde bulunduğu durum ve ülkenin gidişâtının belirsizliği yüzünden satamadık. Sonunda banka evimizi satışa çıkaracağından değerinden bayağı bir düşük bir fiyata, adeta arsa fiyatına satmak zorunda kaldık.

Evimizi görmeye gelen emlakçıların bile kıyamadığı ve' "Abi sen bu eve nasıl kıyıyorsun" dedikleri evimizi bazı alıcıların( abartmıyorum) " ben be evi alamam, kıyamam, dokunamam, dayanamam dedikleri, hatta duygulanıp gözyaşı döktükleri evimizi satmak zorunda kaldık.

Son bir kaç haftadır evimden dışarı çıkmıyorum, Bahçeyi suluyorum. Taşları yıkıyorum. Evi temizliyorum. Hani ümitsiz, çok sevdiğiniz bir hastanın son günlerinde yanından ayrılamaz terini siler, moralini yükseltmeye çalışır elinizden geleni yaparsınız ya gider ayak aynen öyle hissediyorum. Karşımızda ki asırlık çınar ağacına kafamı kaldırıp bskamıyorum. Eşyalarla konuşuyor, onlara sahip çıkamadığım için özürler diliyorum, vedalaşıyorum. Hatta sarılıp öpüyorum. Böyle bir sonu hak etmediler, utanıyorum. Her eşyanın bir ruhu var inanıyorum. Endişelerini, huzursuzluklarını hissediyorum. Sanki bana baba bize ne olacak der gibi bakıyorlar gibime geliyor.Büyük emekler harcayarak yaptıklarımızı içim parçalanarak söküyorum.

Şimdi ne yapacağımı eşyalarım kadar ben de bilmiyorum. Taşınacağım yerde ne kadar mutlu olur, nasıl alışırım onu da bilmiyorum. Düşünmek istemiyorum. Çünkü düşündükçe çok kötü oluyorum.. "Hadi bakalım yeni bir hayata başlıyorsun" diyebilirsiniz belki. Ama bu kaçıncı kez hayata yeniden başlama, yoruldum be canlarım. Son yıllarda o kadar acı yaşadım ki.

İşte böyle sizlerin iyi gün dostu olduğuna inanmadığım için bu yazıyı yazdım, paylaştım. Sizinle paylaşmayıp kiminle paylaşacaktım ki?

Sineye çekecekler bir türlü bitmiyor. Kolay değil, hiç kolay değil. Böyle olmamalıydı.

Laylon şeyhinizin şimdi sizin hayır ve sabır dualarınıza ihtiyacı var.

İnşallah bu olayı da sineye çekecek direncim kalmıştır. İnsallah dayak arsızlığım ve yaşam arsızlığım bu defa da devreye girerler.

Bilmiyorum. Duygularım da kafam da karmakarışık. Her sabah ayrı bir insan olarak uyanmaktan yoruldum artık, bıktım.

Hakikaten yoruldum...

Valla yoruldum...
YETTİ GARİ

Bu iki kelimeden oluşan terim Ege Bölgesine aittir. Bilhassa Marmarisliler çok kullanırlar gerektiğinde.

Evet, sadece yan yana gelmiş iki kelimedir ama neler anlatırlar neler neler. Bir isyandır, bir finaldır, sabrın sonudur, yeni bir sayfadır, ümittir, yaşama arzusudur, yaşama dönüştür, buraya kadar, ölüm Allahın emri, "yeter lan" demektir.

Sizlerle paylaştığım "iyi şeyler olmuyor" yazım gerekliydi. Çok dolmuştum ve içime ata ata yorulmuştum. Bir duygusal boşalmaya ihtiyacım vardı. Çok uzun zamandır beni çok üzen, yıpratan dertlerle, problemlerle uğraşmıştım. Hiç hak etmediğim banka. uyarılarından,avukat telefonlarından, haciz tehditlerinden bıkmış usanmış, sabahlara kadar dinlediğim horoz seslerinden artık gına gelmişti.

"İyi şeyler olmuyor yazıma o kadar ilgi gösterdiniz, o kadar sevgi dolu, duygulu, samimi', içten yorumlar yaptınız ki, hepinizden Allah razı olsun. Her yorumu önce duygulanarak, sonra gözlerim yaşararak, sonra da göz yaşları gözlüklerimin altından akarak , ıağlayarak, gülerek okudum.

Hayatım boyunca mücadele ettim. Ama bıçak kemiğe dayanınca "yetti gari" dedim, diyebildim. Hayatımda ki en önemli kararları "yetti gari" dedikten sonra aldım. Mesela " yetti gari" dedim Türkiye'yi terk ettim Kanada'ya gittim. 'Yetti gari" dedim 20 yıl sonra geri döndüm. " yetti gari" dedim iş yerlerimin kapısına kilit vurdum.

Bu defa da öyle olacağını biliyorum. Evet artık genç değilim onu da biliyorum. Allahın, meleklerimin nasip ettiği sevgiyi paylaşmaya aynen devam edeceğim.

Evet yoruldum, üzüldüm, hala da yorgunum üzülüyorum ama aynı zaman da büyük bir değişikliğin heyecanı içindeyim. Yeni mekanımı da çok güzel bir hale getirip sizlerle paylaşacağım güzel anılar biriktireceğime inanıyorum.

Sonuç olarak sizleri üzdüm, özür dilerim. Ama laylon şeyhinizin laylonu eski laylonlardan, sağlam ve kaliteli. Endişeniz olmasın Kısa zamanda toparlanırım ben. Çünkü " yetti gari,
ölümden öteye yol yok lan" dedim bir kere kendime.

Sizleri çok seviyorum ve tekrar tekrar teşekkür ediyorum.

.
Laylon şeyhiniz der ki; sadece sizin sevmeniz yetmez. Sizi seveni bulun. Ancak o zaman iki yakanız bir araya gelir.
HAYAT BU...

Madem birbirimize kalbimizi açtık dertleşmeye karar verdik, işte hüzünlü yazılarımın sonuncusu.

Babam 1963 senesinde vefat etti. Ben en küçük olduğumdan ve iki ablam, iki abi evlenip evi terk ettiklerinden liseyi bitirene kadar Sivas'ta, ana oğul başbaşa oturduk.

Lise bitince mecburen annemi Sivas'ta bırakıp İstanbul'a Üniversiteye gittim. Ama ne ben annemin, ne de annem benin hasretime dayanabildi. Bir yıl sonra Sivas'taki baba evimizi satıp İstanbul'a taşındık.

İlk yıl Karagümrük'de bir evin bahçe katında kira da oturduk. İkinci yıl Bakırköy'de bir apartman dairesi satın aldık.

Derken üniversitelerde ki terör azdıkça azdı. Ölümlerden, fakülte baskınlarından, faili meçhul cinayetlerden, bombalardan, kurşunlardan, molotof kokteyllerinden üniersitenin bir kapanıp bir açılmasından bıktım usandım. Kanada'ya gittim üniversiteye başladım. Anamla yine ayrıldık. Bu defa uzaklara çok uzaklara gittim.

10 ay sonra Türkiyeye döndüm anama sarıldım. Yaz tatilininde yanında kaldım.

Yaz bittiğinde Kanadaya geri dönüp okuluma başlayayacağımı ikimiz de biliyorduk. Gidişim yaklaştıkça büyük gayret sarfetmeye başladık. Sanki herşey normalmış gibi davranmaya çalıştık.

Son gün ayrılırken artık sabrımızın sonuna gelmiştik. Sarıldık birbirimize ana oğul ağladık ağladık yine sarıldık yine ağladık.

Sonra anam o güzel ela gözlerini gözlerime dikti. "yine gidiyorsun değil mi oğlum?"diye sordu. O kadar boğazım kurumuştu ki" gidiyorum anne dedim" zorlukla.

"Git o zaman oğlum" dedi

Bu annemi son görüşüm oldu. O yılın sonunda annem Kayseri'de sizlere tanıttığım Suzan ablamın kucağında kalp krizinden öldü. Cenazesine gelemedim uçak param yoktu.

Öyle zor kararlar almak zorunda kaldım ki yaşamımda be canlarım öyle zor kararlardı ki... tam 10 yıl Türkiye'ye dönmedim, dönemedim. . Tam on yıl dile kolay. Aslında dile de kolay değil. Doğru mu karar verdim bilmiyordum. Değermiydi onu da bilmiyordum. Kendimi affetmem tam on yıl sürdü.

Annemin mezarı Kayseri'de. Her fırsatta ziyaret eder özür dilerim. Ne faydası varsa.

Bir daha lütfen bana neden bu kadar duygulusunuz diye sormayın

Olur mu?

Sormayın...

Naylon şeyhiniz neler neler yaşadı bilmiyorsunuz.

Ama hayat devam ediyor işte, öyle veya böyle. Ben varım, sizler varsınız .

  1. Dünya da iki insan türü vardır. Izdırap çekenler ve götüne kına yakanlar. Sonunda ikisine  de pamuk tıkar, aynı yere yollarlar.
SENSİZ OLMAM, OLMADIM, OLAMADIM, OLAMAM Kİ...

Beni yaratmaya karar veren sen.

Anamın rahminde can verip beni dünyaya getiren sen.

Sivas'ın o güzel yıllarında inanılmaz bir çocukluk yaşatıp, Sivas Cumhuriyet lisesinden mezun eden sen.

Sivas'taki evimizi satıp İstanbul taşınmamız senin kararın.

Babamı alan, anamı alan, abimi alan ablamı, en yakın arkadaşlarımı alan sen

Beni Kanada'ya götüren, 20 yıl orada yaşatan, elimden tutan, sabır veren, başarıya ulaştıran sen.Geri getiren yine sen.

Hayatıma birbirinden güzel insanlar sokan sen.

Hastalandıran sen, iyileştiren sen.

Bana dünyanın en güzel kadınını nasip eden, 32 yıl cenneti yaşatan, sen. onu elimden alan yine sen.

Baba olmam senin lütfun.

İltifat istediğin zaman " Allahım şükürler olsun" dedirten sen

Büyüklüğünü duymak için "ne olur Allahım dualarımı kabul et" dedirten sen.

Eğlenmek için "Allahım bu ne yav?" dedirten yine sen.

Gülü veren sen, dikeni veren sen

Güldüren sen, ağlatan sen.

Sevdiren sen, küstüren sen.

Hayatıma girene karar veren sen, çıkana karar veren sen.

Kaç nefesim kaldığını sayan sen.

Ne zaman ölüp gideceğimi beni nereye koyacağını bilen sen.

Ben hiç olmadım ki.

Hep sen vardın.

Sensiz olmam, olmadım, olamadım, olamam ki.
YENİDEN MERHABA

Biliyorsunuz sizlerle açık açık herşeyi paylaşıyorum. Yaşlanmanın bir güzel yanı artık hiçbir şeyi saklama gereği duymuyorsunuz. Nasrettin Hocamun dediği gibi ölmüş eşek kurttan korkmuyor.

Arabam ile yaşadığım problemlerimi biliyorsunuz. Şimdi beni araba kullanırken gören herkes gülümsüyor el sallıyor çünkü Marmarislilerin yarısı arabamı ittiler. Şimdi yüzlerinde bir rahatlama görüyorum Allah'a şükür kurtulduk diye Bir yere arabamı park ettiğimde hemen birileri koşup geliyor, "gözün aydın hocam araba yapılmış" diyorlar. Allahım şükürler olsun diye içten içten sevindiklerini biliyorum.

Vee dün gece yeni evimde ilk gecem, daha doğrusu ilk sabahımdı saat üçtü uyuduğumda.

Nasıl mı hissediyorum?

Kalbim bir yavru köpek gibi sanki. "Baba burası güzel de ne zaman evimize döneceğiz" diye soruyor. Kapıyı hep kapalı tutuyorum. Çünkü açık bırakırsam nereye koşturup gideceğini biliyorum.

Güzel dostlarım, canım "F" vitaminlerim benim ne güzel yazılar yazdınız, laylon maylon demediniz nasıl da ilgilendiniz laylon şeyhinizle. Hepinize çok ama çooook teşekkür ediyorum.

Bana gelince evet sonunda herşey daha iyi olacak. Sizleri yeteri kadar üzdüm. Bundan sonra keyifli yazılarımı okuyacaksınız. Sizlere yaşam desteğim sürecek.

Dayak arsızıyım ya.😍😍😍
ÖYLE OLSUN BE

Saat gece yarısını geçti. Yeni evimde ayaklarımı uzatmış oturuyor bir de kitap okuyorum. Dışarıda yağmur var, fırtına var.

Her hareket ettiğimde bütün vücudum ağrıyor. Dayak yemiş gibiyim Öyle yorulmuşum ki.

Ama değmiş. Sağıma bakıyorum seviyorum, soluma bakıyorum beğeniyorum. Sessiiiz bir mutluluk hissediyorum. Bir çeşit solo mutluluk bu sadece kendimle paylaştığım bir çeşit mutluluk.

İşte bu zamanlar da insan bir mükafat bekliyor. Söyleneni yapmış sevimli bir köpek yavrusu gibi. Okuldan güzel bir karne ile dönmüş, aferin almış, başarı belgesi almış bir çocuk gibi.

"Yoruldun mu yavruuum" diye soran bir ana sesi. "Aferin oğlum" deyip alnından öpen bir baba, veya "ellerine sağlık" diyen, gülümseyen, saçlarını okşayan, hatta öpen bir sevgilinin varlığını arıyor insan böyle yorulunca ne kadar dirençli olduğuna inansa da.

Neyse ki artık kendi kahvemi kendim yapıp kendime sarılmayı ve kendime iltifat etmeyi öğrendim.

Geç de olsa öğrendim.

İşte böyle be "F" ciklerim. Taşınmam sonunda bitti, yerleştim.

Samimi desteğiniz ve mesajlarınız enerji verdi, motive etti, moral verdi bana. Hep yanımda oldunuz.

Dayandım, sonunda bitti işte.

Hepinize çooook teşekkür ederim. Çok zarifsiniz ve iyi ki varsınız.

Şimdi artık son detayları düşünüyor, çayımı içiyorum.

Günaydın.
Her aynaya baktığımda saçı sakalı ağarmış yorgun bir adam görüyorum ama yine de bakıyorum. Eee hayat devam ediyor, etmeli!...😍
Geçenlerde kızımla sıkı bir münakaşaya başladık. " ne bağırıyorsun lan babanın evi mi burası" dedim.

Durdu biraz yüzüme baktı
o koca gözleriyle " tabii babamın evi" dedi.

Sonra boynuma sarıldı. İkimizde gülmeye başladık.

Sonra yine sarıldık. Daha çok güldük.
EEE BİRAZ DA GÜLELİM YANI

Yaşlı ve paralı adam gencecik sevgilisine döner ve " segilim" der "gençken o kadar aptaldım ki"
"

"Ayyy ne kadar genç görünüyorsun bugün sevgiliiiim" der kız.

Lüks bir spor salonunun erkekler soyunma odasında millet soyunup giyinirken bir cep telefonu çalar içlerinden biri cevep verir ve telefon hoperlora bağlı.

Şuh bir kadın sesi

"aşkımmmm  hala sporda mısın?

" evet aşkım hala spordayım"

"ayyy ben de Kanyon'dayım. Çok güzeeel bir elbise buldum. Öyle yakıştı ki 2000 tl alabilir miyim?"

"Tabiii tatlım madem sevdin al"

"Ama aşkitom bir de çanta ve ayakkabı vaaaar elbiseye uygun sadece 1500 lira onları da alabilir miyiiim"

"Eeee madem öyle hiç düşünme al sorman hata canımın içi"

"Ne kadar şekersin. Hani geçenlerde seninle bakmıştık ya 4000 lira demişlerdi bir manto vardı. Yüzde 30 indirdik diyolar. Onu da alabilir miyim aşlşkitoooom?

" al be canım kaçırma yakışır sana"

" ahhh sevgilim sen bir meleksin, çok seviyorum seni byyyy" der telefonu kapatır kadın.

Adam arkadaşlarına döner.

"Hanginizin lan bu telefon?" der.

GÜNAYDIIIIIN😍😍😍
Önce bana beni sevmeyi öğrettin, sonra seni, sonra herşeyi, sonra herkesi.
KARARIM KARAR

Ara sıra nefesim daralıyor. Bazen göğsüm sıkışıyor, sırtım hatta, dişlerim bile ağrıyor. Çok ara sıra da olsa sinirlendim mi tansiyonum yükseliyor.

Kime bahsetsem bu rahatsızlıklarımdan hemen" hiç vakit geçirme bir kardiyolağa görün" diyorlar.

Sporuma devam ediyorum. Yememe içmeme dikkat ediyorum. Kilo veriyorum. Göbeğim kayboluyor. Birden bütün rahatsızlıklarım bitiyor.

Kardiyoloğa gitmeyeceğim, çünkü gidenlerin başına neler geldiğini izliyorum. "Oooo iyi ki gelmişsin yaşaman mucize" laflarından hemen sonra alt yapı tamamlanıyor, anjiyo stent muhabbeti başlıyor. Maşallah memleket özel hastane doldu. Sineğin yağını çıkarmaya çalışıyorlar. Hele ameliyatlar işin kaymağı. Bakın laylon şeyhiniz haybeden atmıyor. Bir doktor arkadaşım Marmaris'te özel bir hastane açmıştı. Bir akşam hastanesinin önünde çay içerken bana " bak Güven Abi bizim işimiz senin restorana benzer, " sana bir masa, bize bir hasta, sana şampanya bize ameliyat" demişti.

Beni yanlış anlamayın inşallah her hastane böyle değildir, ama en az üç ayrı muayeneden geçmeden sakın bir karar vermeyin öyle ameliyata falan.

Bakın bir şey daha; 20 yıl Kanada'da yaşadım. Eşim dahil olmak üzere bütün tanıdığım bayan arkadaşlarım normal doğum yaptılar. Türkiye'de neredeyse bütün doğumlar sezeryan. Bu nedir annem bu nedir? Hiç düşündünüz mü? Para, para, şampanya şampanya.

Yaaa aklınızı başınıza alın. Dikkatli olun. Bir defa ellerine düştünüz mü Terbiyeli maymuna döndürüyorlar insanı valla. Tabii hayat memat meselesi, o kadar korkutuyor, kontrol altına alıyorlar ki insanı, ne derlerse yapıyorsunuz.

Eski okurlarım bilirler. Benim kalbimle anlaşmam var. Söz verdim ben kalbime. Nasıl geldiyse öyle gidecek. Gittiği yere kadar. Yani motoru açtırmaya niyetim yok. Çünkü motor bir defa açıldımı problemler bitmiyor, başlıyor.

Hepiniz benim meşhur jipimi biliyorsunuz. Bir arıza yaptı', sanayiye götürdüm. Tam bir buçuk ay yoğun bakımda kaldı. Ellenmedik yeri kalmadı. Şimdi çalışıyor ama evlere şenlik. Silecekleri açıyorum korna çalıyor. Ben korna çalmam, bir de millete rezil oluyorum.

Bizim cipin koltukları elektrikli. Bir düğmeye basıyorum kafam arabanın tavanına çarpıyor. Başka bir düğmeye basıyorum oturduğum koltuk neredeyse yere yapışıyor yolu göremiyorum.Ne zaman sanayiye doğru gitsem ya bizim araba kendi kendine geri dönüyor ya da başka bir yöne gidiyor

Yani motor açıldıktan, araba yoğun bakımdan çıktıktan sonra artık neyin nasıl çalıştığını, anlamıyorum, sanki bağımsızlığını ilan etti lanet araba, psikolojik sorunlar yaşıyor. Hızla giderken birden panik atak geçirecek diye ödüm kopuyor. Ara sıra benimle seyahat eden şanslı yolculara " aman çabuk torpito gözünü açın frenler tutmuyor diyorum. Dehşete düşüyorlar çok gülüyorum.( aslında frenler on birinci pompada tutuyorlar)

Bu yazımı okuduktan sonra lütfen beni ikna etmeye çalışmayın öyle kardialok mardiyolak diye.. Çünkü motoru açtırmamakta kararlıyım.

Dedim ya geldiğim gibi gideceğim, o kadar.

ORİJİNAL,

VEEEEEE...

AKSESUARSIZ..😍😍😍
YENİ YIL MESAJIDIR

Benim anlayışlı, samimi, duygusal, hakikatli, sadık, sabırlı, kibar, zarif, dürüst, dobra. terbiyeli, helal süt emmiş, kültürlü, asil, bi tanecik canımın içi laylon müritlerim : Muhteşemsiniz.

Bir yıl daha geçti. Ben gönlümü koydum yazdım. Sizlerde gönlünüzü koydunuz okudunuz. Bir yıl daha sevdik birbirimizi.Sıkıntılı günler geçirdim. Hep yanımda oldunuz. Yavaş yavaş o sıkıntıları atıp feraha çıkıyorum diyebilirim, diyebiliyorum.

Yılbaşı gecesi kutlamalarınız da benim için bir kadeh kaldırın ve "oradasıııın biliyoruz laylon şeyhimiz" diye haykırın. Sesiniz gecenin sessizliğini Nazilli Basması gibi yırtsın.

Ehhh bu kadar yağ çektim, herhalde isteğimi artık yerine getirirsiniz.

Getirirsiniz değil mi ha?(erkek okurlarıma soruyorum çünkü biliyorum kadın okurlarım unutmazlar)

Hepinize Allah hayırlı bir yeni yıl nasip etsin. Dualarınız( iyi dualarınız) kabul görsün.

Sizleri çok seviyorum. Yolunuz, bahtınız açık olsun.

2020 yılına kadar diyorum.😍😍😍

Şimdi Kıbrıs'ta çalışan bir okurumun yazdıklarını sizlerle paylaşıyorum.

"Abim

Abilerin bir tanesi

Babaların en güzeli

Pamuk amcaların en tatlısı

Allah seni başimızdan eksik etmesin.

Iyi ki varsın dediğim tek insansın sen.

Seni uzaktan uzağa öyle güzel, öyle çok seviyorum ki, anlatması çok zor.

Yazılarını içtenlikle okuyorum

Ne yazarsan yaz hepsine titizlikle bakıyorum

Bazı yazdıkların hayatıma, düşündüklerime öyle uyuyor ki

Biri benim içimi görse, bu senin baban mı diye sormaz mı?

Uzaktan da olsa seni hep izleyeceğim.

Ve seni örnek almaya çalışacağım.

Herkesin içinde örnek almaya çalıştığı birileri var.

Benimki sensin be baba.

Seni çok seviyorum ve bunu birinin anlamasını beklemiyorum.

İyi ki varsın koca çınarım benim"

Cengiz

Yaa sayın seyirciler bir yazar daha ne bekler ki?

Dugulandırdı, beni kerata.

Ve bu çocuk 5 yıl önce ben Marmaris hastanesi acil de yatarken tesadüfen geldiği hastanede beni görünce gitmemiş, sabaha kadar başımda beklemişti. Eski okurlarım hatırlarlar.
VEDA

Sonunda seni unuttum
Daha doğrusu 
hatırlamamaya 
karar verdim seni.
Yazık, halbuki 
ne güzel 
bir yer vermiştim sana
beynimde.
Tam da
Pencere kenarın da 
iki gözümün 
hemen arkasında
BİR BAŞKADIR LAYLON ŞEYH'İN GÜNAYDINI

Günaydın" sihirli bir kelimedir. Her geçen gün,her geçen, hafta, her geçen ay, her geçen  yıl daha bir manalanır, daha bir olgunlaşır, daha bir güzelleşir daha bir tatlanır. Hele yanında bir de dumanları tüten kahve olursa.

Günaydın "ne güzel, ne şanslıyım, bak uyandım bu gün de yaşıyorum" demektir. Şükürler olsun demektir, şükretmektir. Hayata dönmektir.

Günaydın iyi ki varsınız sizleri seviyorum demektir paylaşmaktır, yaşamak yaşadığına sevinmek  bu coşkuyu paylaşmaktır.

Günaydın positif düşünmektir.

Zenginlik, para, ev, araba malk mülk değildir. Hakiki zenginlik insanin içinden gelerek, gülümseyerek, severek, duygulanarak günaydın dediği insanların sayısıdır.

Günaydın zarafettir, zarif bir sarılmadır.

Günaydın cennetin ilk basamağıdır.

Yaa.. canlarım, laylonlarım, "F" vitaminlerim benim o zaman GÜNAYDIN hepinize.