Sabah kalkıyorum, daha öncede yazdım ya sabahlar zor oluyor diye. Aslında sabahları biraz daha uyumak için kendimle mücadele ediyorum. Daha doğrusu mücadelede değil bayağı kavga bu “ hayır diyorum artık o hastane günlerini, o yaşadıklarınızı hatırlamayacaksın. Sil kafandan her şeyi, bomboş yap lanet olası beynini. Yap ki hiç değilse belki bir saat uyursun, çok ihtiyacın var uykuya, daha sabahın beşi"
Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. Kalkıp siyah bir tişört alıp gözlerime bağlıyorum olmuyor. Kafamdaki anıların patırtısı bir türlü durmuyor ki
Yataktan kalkıp aşağıya salona iniyorum, sonra da kapıyı açıyorum. Köpeklerim şaşkın şaşkın bana bakıyorlar, bu saatte ne işin var gibi. Önce Titti’yi yani anne kurdu alıp tasmasını takıyorum. Çok seviniyor sevinçle hoplamaya calısıyor ama dengesini kaybedip düşüyor. Çünkü arka ayakları artık çok zayıfladı. Hem üç kez yavru yaptığından, hem de alman kurt köpeklerinin arka ayakları ile yaşadıkları genetik sorundan. Son zamanlarda yürümekte bayağı güçlük çekiyor canım benim.
Titti ile bir tur atıyoruz. Hava fena değil ama sabahın beşinde bile sıcak. Bu günün çok sıcak olacağı daha şimdiden belli. Evimizin etrafı zakkum ağaçları ile dolu, açmışlar rengarenk bu sıcakta ve susuz. Şimdi İncil de zakkumlara neden “cehennemde açan tek ağaç” dediklerini anlıyorum.
Hafif bir sabah esintisi var. Mis gibi çiçeklerin, çamların kokusunu çekiyorum içime. Ben Titti’yi gezdirirken diğer köpeğim Mahzun havluyor. Kendisi bahçede kapalı dururken Titti'nin gezdirilmesini hazmedemiyor. Eve dönüp Tittiyi bırakıp Mahzunu alıyorum. Bu defada Titti havlayıp duruyor. Senelerdir aynı şey. Birbirlerini kıskanıyorlar.
Köpeklerin gezmesi bittikten sonra eve dönüyorum. Birden aklıma çamaşırların birkaç gündür çamaşır makinesinin içinde beklediği geliyor, unutmuşum. Çamaşır odasına girip çamaşırları kurutucuya atıyorum. Saat sabahın altısı.
Evde her şey iğreti duruyor. Ne yaparsam yapayım bu iğretilikten kurtulamıyorum. Yasemin’in ölümünden sonra evin şeklide yaşamım gibi iğreti. Masa örtüleri eğri. Koltuklar eğri duruyor. Sandalyelerin biri bir yerde, biri bir yerde. Perdeleri bir türlü düzeltemiyorum. Mutfaktaki dolaplardan bir şey çıkarırsam ya yanlış yere koyuyorum ya da eski aldığım yere sığdıramıyorum. Mutfak tezgahını günde defalarca silmeme rağmen gözüme hep kirli gözüküyor. Anadolu’da boşu boşuna “ karın ölsün” diye beddua etmemişler kızdıkları zaman birilerine.
Mutfakta dokuz aydır daha bir çay bile yapmış değilim, Allah’tan kızım Bahar bana bir mixer aldı da sabahları meyveli süt içiyorum.
Hala çok erken. Elime Çinli bir yazarın yazdığı bir kitap geçiyor, kızımın bana aldığı bayağı kalın bir kitap. Biraz ürkütücü ama okudukça okudukça havasına giriyorum.Sonra çamaşır odasındaki kurutucu dan gelen sinyalleri duyunca kitabı bırakıp yukarıya çıkıyorum ve çamaşırları kurutucu dan çıkarıyorum.
Şimdi geldik en belalı kısma; çamaşırları katlama bölümü. Ne yaparsam yapayım, ne kadar uğraşırsam uğraşayım ne gömlekleri ne de tisörtleri bir türlü istediğim gibi katlıyamıyorum. Sıkıntıdan dolaplara saldırıyorum ve canım karımın itina ile katladığı bir gömleği bulup dikkatle inceliyor, elimdekileri onun katladığı gibi katlamaya çalışıyorum. Olmuyor, olmuyor, beceremiyorum, sıkıntıdan ter basıyor. Delireceğim, yine her şey iğreti gözüküyor.
Köpeklerin başını okşayıp evden çıkıp motorsikletimle mezarlığa gidiyorum. Mezarlık evimizden sadece 200 metre. Yani Yasemin benim yatağımdan sadece 200 uzakta yatıyor ve yattığı yerden bizim evi görüyor. Ben mezarının yerini özellikle seçtim. Geceleri yatmadan penceremden ona her akşam “iyi geceler” diyorum. Evimize gelirken bir kavşak var. Sağa giderseniz yüz metre sonra mezarlığa, sola giderseniz 100 metre sonra bizim eve geliyorsunuz. İşte bu kadar yakınız birbirimize, ve bu kadar uzak.
Çiçekleri suluyorum. Resmini öpüyorum. Duamı ediyorum, ağlamıyorum. “Eşinin ruhu rahat etmez yoksa” dediler ağlamıyorum. Ama mezardan ayrılıp merdivenlerden inerken dayanamıyorum. Hep böyle oluyor. Alelacele motoruma biniyorum, yokuş aşağı hızla giderken ağlıyorum. Artık Yasemin beni göremez diye düşünüyorum. Diğer sürücüler ağladığımı göremiyorlar çünkü gözlüklerim var
Marinada’ki mağazamıza geliyorum. Bütün gün Yasemin’in yaptığı tabloların arasında oturuyor, satış yapıyor, çalışıyorum. Hala onun eserleri satılıyor, ekmek paramızı kazandırıyor bize. Yazılarımı yazıyor, komşularla ara sıra konuşuyorum. Eskiden onlar beni ziyaret ederlerdi, artık bilgisayarda çok vakit geçirdiğim için beni rahatsız etmemek için gelmiyorlar.
Sabah bir civarında mağazayı kapatıyorum. Barlar sokağından gelen gürültü insanı sanki dövüyor. Yine her zaman ki gibi “Allah burada oturan, hastası çocuğu olanlara yardım etsin” duamı ediyorum ve motoruma atlayıp eve geliyorum
Bu defa köpekleri tek tek değil ikisini beraber yürüyüşe çıkarıyorum. Sabahın bu saatinde kimseler olmadığından tasma takmaya gerek duymuyorum. Yaseminle diktiğimiz, kapının hemen girişindeki mis gibi kokan yasemin ağacından küçük bir dal koparıyorum. Mutfaktaki vazonun içerisine su doldurup içine koyuyor, mutfak tezgahının üstüne bırakıyorum. Büyük bir şarap kadehine yarım şişe kırmızı şarap doldurup, televizyonun karşısındaki bordo renkli koltuğuma yatıyorum.
Gözlerim hep bordo renkli diğer koltuğa takılıyor, Yasemin’in yattığı koltuk. Ne yaparsam yapayım gözlerim hep o boş koltuğa geri gidiyor. Sevgilimin o güzelim başını koyduğu, o güzelim saçlarının taştığı yastığına bakıyorum. “Bir şey istersen söyle getireyim sevgilim” diyen sesini özlüyorum. Duvarları baştan başa kaplayan, mutluluk dolu, öksüz resimlerimize, tablolarına bakıyorum. Yine mideme bir kaldırım taşı sokuyorlar gibi hissediyorum.
Şarabımı bitiriyorum televizyonu kapatıp ayağa kalkıyorum. Yorulmuşum, gözlerim “Hadi sevgilim yatalım” diyeceğim insanı arayarak mutfağa giriyorum. İçine yasemin çiçeklerini koyduğum vazoyu alıp yukarı yatak odasına çıkıyorum. Vazoyu Yasemin’in yattığı taraftaki sehpanın üstüne koyuyorum. Sabaha kadar o kokuyu hissetmek bana huzur veriyor, kendimi o kadar yalnız hissetmiyorum. Pencereden Yasemin’e el sallıyor “iyi geceler” diyorum. Sonra boynumda asılı duran yüzüklerini öpüyor yatağın sol tarafına yatıyorum. Ama sağ kolumu yatağın boş tarafına uzatıyorum.
Ümitsizce de olsa, yalnızlığın suratıma bir tokat gibi çarpacağını bilsem de uzatıyorum işte.
Uzatıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder