18 Ağustos 2015 Salı

HELVA

Her şey kendi kendine oluşur İnsan bir makinedir İnsanın bütün yaptıkları, düşünceleri, hissettikleri, inandıkları, alışkanlıkları çevresinden kaynaklanır
Georges İvanovitch Gurdieff
HELVA
Otuz iki yaşındaydım, Kanada’da Toronto şehrinde beraber yaşadığım güzel, zarif, ve kültürlü Nina isimli bir kız arkadaşım, iyi bir işim, birbirinden enteresan bir yığın arkadaşım vardı, Şehrin en güzel mahallelerinden birinde, fevkalade güzel bir evde oturuyor, en güzel lokantalarında yemek yiyor, bulabildiğim en güzel kitapları okuyor, Nina ile birlikte opera, bale dahil çeşitli sanatsal etkinliklere gidiyor, seyahatlere çıkıyor, gıpta edilecek, rahat bir yaşam sürüyordum Ama ne olduğunu anlayamadığım, anlayamadıkça huzursuz olduğum, huzursuz oldukça daha fazla anlayamadığım bir boşluk vardı sanki içimde Kendimi sanki yolun sonuna gelmiş gibi hissediyor, kendi kendime Peggy Lee’nin meşhur şarkısında sorduğu soruyu sorup duruyordum; İs that all there is?( Hepsi bu muydu?)
Ve meleklerim halime acıdılar, beni Georges İvanovitch Gurdieff’in felesefesi ile tanıştırdılar
Ermeni bir anne ve yunanlı bir babadan gelen ve Kars’ta doğan Gurdieff sorduğu sorulara hiç kimseden inandırıcı bir cevap alamayınca, yanına birkaç arkadaşını alıp uzun ve tehlikeli bir yolculuğa çıkar, Bu yolculuğu sırasında Tibet’te ki Budist tapınaklarını, Türkiye’deki Mevlevi Tekkelerini, İran’daki felesefe okullarını, dervişleri ziyaret eder; Afrika’daki kabile danslarını, Hindistan’daki esrarengiz heykelleri, yazıları, inceler, senelerce daha bir yığın araştırmalar yaptıktan sonra, bu öğrendiklerini ve tecrübelerini öğretmek, paylaşmak için bir okul açar
Gurdieff, insanın bir makine olduğunu, insanların eğer hayatlarında bir yerlere varmaya niyetleri varsa, her şeyden önce bir makine olduklarını kabul etmeleri gerektiğini söyler, Her din kitabının en başında ”kendini bil ve tanı” yazdığına dikkati çekerek, kendi makinesini tanımaya çalışmayan kimseden ne kendisine, ne de başkasına hayır gelir der
Hayatımın en güzel 8 yılını Toronto’daki Gurdieff felsefe okulunda, dünyanın dört yanından gelmiş, benimle aynı kaygıları paylaşan, makinelerinin çalışmasını öğrenip makinelikten kurtulmaya çalışan can arkadaşlarımla yaşadım Mevlana’yı, Goethe’yi, Şekspir’i, Abraham Lincoln’u, Ömer Hayyam’ı, Hz Muhammet’i, İsa peygamberi, Hafız’ı, Vinçi’yi, Michael Angelo’yu, Dante’yi, Nasrettin Hoca’yı ve daha bir çok güzel insanı ve eserlerini inceledik, geziler yaptık, müzeleri ziyaret ettik, konserlere gittik
Eski adı Bagvan, yeni adı Osho’nun iki buçuk yıl dizinin dibinde oturdum, Dünyanın çeşitli yerlerinde ki okullarında kaldım, çok güzel insanlarla tanıştım
Bütün bunlardan sonra dünya da en sevdiğim, en etkilendiğim filozof kimdir biliyormusunuz?
Nasrettin Hoca, evet Nasrettin Hoca’ya bayılırım. Bence dünya da yaşamış en akıllı, en derin insanlardan biridir. Bu eşi benzeri bulunmaz mübarek insan belki de dünyada ki en güzel öğretim yöntemini keşfetmiş, ve inanılmaz bir başarı ile uygulamıştır. “Önce güldür sonra öğret”
Rahmetlinin veya rahmetliye mal edilmiş bütün hikayeler bizi önce iyi bir güldürür ama arkasından neler anlatırlar neler, anlayana!!!
Mesela, Nasrettin Hoca’nın bir gün canı helva çekmiş ama parası yok, helva yapacak malzemesi de yok. Düşüne düşüne yürürken gözü bir bakkalın vitrinine takılmış. Bakmış bakmış, sonunda dayanamamış, içeri girmiş.
“Senin unun var mı kardeşim?” diye sormuş
“Vaaaar” cevabını almış.
“Senin şekerin varmı”?
“Vaaaar”
“Senin yağın varmı?”
“Vaaar”
“O zaman niye helva yapıp yemiyorsun ulan”? demiş Hoca
(Aslında bu fıkra her şeyi olup da mutlu olmayan, olamayan veya mutlu olmayı bilmeyen, veya mutlu olmayı aklına bile getirmeyen, veya hala nelere sahip olduklarını anlamayanlar şükretmeyenler için yazılmıştır.)
Dedim ya “anlayana”
Veya güler geçersiniz!!!
( Bu arada bu benim yeşil gözlü güzel kadınımla evlenmeden üç yıl önce ki hayatımdan bir kesittir Beni yine beni çarmıha germeyin diye yazıyorum)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder