27 Ekim 2015 Salı

MUTLU ÇOCUKMUŞUM



Hep başkaları ölürdü. Ölüm bizim kapımızdan giremezdi, girmemeliydi, girmeye hakkı yoktu. Kötü bir şey yapmamamıştık ki.

Bazı geceler kabus görürdüm. Annem veya babam birisi ölmüş olurdu rüyamda. Ağlayarak uyanırdım. Sonra rüya gördüğü mü anlayıp gülerek uyurdum.

Nede çok mezarlık var, ne de çok insan ölmüş diye düşünür, ailemden kimseleri o mezarlıklara yakıştıramazdım.

Sonra şarkılara kulak verirdim babamların, amcamların rakı içerken söyledikleri şarkılara. “Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç” şarkısını dinlerken, “Vah vah” derdim “demekki çocuklar izin saatlerini geçirmişler akşam olmuş evlerine dönemiyorlar karanlıkta”. Sonra sessiz gemi vardı hani limandan ayrılırken hiç kimsenin el kol sallamadığı. Halbuki derdim benim okuduğum bütün çocuk kitaplarında ve seyrettiğim filmlerde hep gemiler limandan ayrılırlarken herkes el sallıyor. Belki de bu gemiyi çalmışlardır belki de içinde hırsızlar vardır diye düşünürdüm. Dikkat ederdim “eski dostlar eski dostlar şarkısını hep eski insanlar söylerdi. Sonra özledim teninin kokusunu özledim diye bir şarkı söylerlerdi avaz avaz . “Yıııık” derdim midem bulanırdı o berbat ter kokusunun neden ve nasıl özleyebildiklerini anlayamazdım.

Tabi anlayamadıklarım yalnız bunlar değildi.

Necati Amcamın neden bu kadar içtiğini, insanların neden birbirlerini öldürdüklerini, herkesin evinin dışı sıvalıyken bizim evimizin neden sıvasız olduğunu, Ziynet Hanımın kızı Bedia Ablanın neden intihar ettiğini, kara sevdanın ne olduğunu, erkeklerin neden kızların peşinden koştuklarını, köpek giren eve meleklerin neden girmeyeceğini, insanların karşısında yemek yemenin neden ayıp olduğunu, mahallede birisi öldüğünde neden gülünmediğini ve müzik çalınmadığını, kızların gelin olunca neden ağladıklarını ve evlerini terk edip gitmeleri gerektiğini de anlayamazdım

Ne mutlu bir çocukmuşum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder