İlla birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin.
Gördüğünü herkes sever ama, sen görmediklerini seveceksin.
Sözde değil özde aşk istiyorsan şayet,
tene değil cana değeceksin.
Mevlana Celalettin Rumi
SEVGİ NE SÖYLEDİĞİNİZ DEĞİL NE YAPTIĞINIZDIR!
İki yıl kadar önce Yasemin bana gelip “Bakarmısın sevgilim, sol memem de bir sertlik hissediyorum” dedi ve anında hayatımızın akışı tamamen tersine döndü.
Kötü rüyalar başladı. Mamografi, ultrason, patoloji sonuçları derken korktuğumuz başımıza geldi ve sonuçlar kanser olarak açıklandı.
Hemen, hiç vakit geçirmeden Marmaris’ten Ankara Gazi Hastanesine gittik. Yapılan detaylı tetkikler sonunda meme kanserinin yanı sıra canım eşimin yumurtalığında 13 santimlik başka bir kitle olduğu ve karın boşluğunun asit dolu olduğu gerçeği ortaya çıktı.
Böyle bir sonuç beklemediğimiz için büyük bir şok yaşadık. İzmir Dokuz Eylül Üniversite Hastanesinde bir an önce tedaviye başlayabilmek için apar topar Marmaris’e döndük.
Ankara’da hiçbir şeyi yokmuş gibi problemsiz gezip dolaşan güzel eşimde Marmaris’e döner dönmez bir göğüs hırıltısı başladı. Soğuk algınlığı tanısı koyan aile doktorumuzun tavsiyesi üzerine antibiyotik tedavisine başladık.
Nefes darlığı geçeceğine daha da artınca Marmaris Devlet hastanesine gittik. Çekilen akciğer filmi sonucunda kızcağızın her iki akciğerinin de yarıdan fazla su ile dolu olduğunu öğrendik.
Hastanenin göğüs doktoru hemen Yasemin’i hastaneye yatırdı, oksijen taktı ve tedaviye başladı. İki günlük tedaviden sonra İzmir’e gitmemize onay verdi.
Bu iki gün zarfında Yasemin’imin yanından hiç ayrılmadım, uyumadım. Sabaha kadar Yasemin’in oksijen göstergelerini kontrol ettim. Sevgilimin burnuna takılı oksijen hortumuyla nefes almasını izledim. Aynı sıkıntıları yaşadım. Benimde nefesim daraldı. Çok üzüldüm ve çok yoruldum. Bu tahmin ve tahammül edilemeyecek kadar zor ve acı bir tecrübeydi.
İzmir’e gitmemizin zamanı geldiğinde ayakta duramayacak kadar yorgundum. Birilerinin gelip de bunun kötü bir rüya olduğunu ve artık geçtiğini söylemesini ne kadar istemiştim, Allahım ne kadar istemiştim.
Öğleden sonra geç vakit İzmir’e doğru yola çıktığımızda gözlerimden uyku akıyordu. Arabada Yasemin, kızım bahar ve ben üç kişiydik, kazasız belasız İzmir’e varabilmek için bildiğim bütün duaları okudum. O kadar yorgun ve bitkindim ki.
Belki de bu hayatımın en zor seyahatiydi.
Ama sanki meleklerim halime acıdı, benim elim, beynim, her şeyim oldular, bir mucize gerçekleştirdiler ve saatler sonra akşam karanlığında arabamı Dokuz Eylül Üniversite Hastanesinin Acil Servisinin önüne kadar ellerinden geleni yaptılar.
Hastanenin acil bölümü neredeyse savaş filmlerindeki hastane sahnelerini hatırlatacak kadar ürkütücü ve kalabalıktı.
Kimler yoktu ki; alkol komasına girmiş sarhoşlar, trafik kazasından yeni getirilmiş her taraflarından kan akan kazazadeler, sara nöbetleri geçirenler, psikolojik problemler yaşayanlar, kavga sonucu yaralanmış şahıslar, bir yerlerini kesmiş veya bir yerlerine çivi batmış veya bir yerlerini kırmış veya incitmiş feryatları zırlamaları hiç bitmeyen çocuklar, dayak yemiş travestiler, travestilerden dayak yemiş müşteriler, anonslar, feryatlar hiç bitmiyordu.
Gördüklerime inanamamış, aptala dönmüştüm. Bu kadar yoldan sonra herhalde cehenneme geldik diye düşünmüştüm. Sonunda hiç bitmeyecek gibi görünen giriş işlemlerini tamamladık. Yasemin derme çatma bir sedyeye yatırılıp içeri alındı. Refakatçilere izin yoktu.
Bir an delireceğimi sandım. Vücudumun her tarafı titriyordu. Gözlerim kan çanağına dönmüş bir halde güvenlik görevlilerine rica ettim. Eşimin nefes alma sorunları yaşadığını, kısacıkta olsa onun yanına gitmem için bana izin vermelerini rica ettim, yalvardım. Yalvarışlarım ve çaresizliğim herhalde onları etkilemiş olacak ki izin verdiler.
Sabaha kadar bir Yasemin’e, bir dışarıda ki bekleme salonunda, tahta bir kanepe üzerinde uyuyan kızımız Bahar’a baktım. Bahar’ın üzerine ceketimi çıkarıp örttüm.
Nihayet sabaha karşı Kadın Doğum bölümünde bir yatak bulundu ve Yasemin’i acilden alıp odasına naklettiler. Tam “ Allahım sana şükürler olsun” demeye hazırlanırken kadın doğum bölümüne erkeklerin alınmadığını duyunca beynimden vurulmuşa döndüm.
Deli danalar gibi hastanenin koridorlarında dolaşmaya, yerlerdeki mermerlerin damarlarından şekiller icat etmeye, inip çıktığım merdivenleri saymaya, çizgilere basmamaya çalışarak yürümeye, annesinin yanında kalmasına izin verilen kızım Bahar’ın yolunu beklemeye başladım.
Sonunda fakülte dekanının yardımıyla Yasemin’in özel kattaki odalardan birine nakil olmasına karar verildi. Ne olursa olsun yine ana, baba, kız bir hastane odasında da olsa birlikte olmanın sevincini yaşadık.
Üniversite hastanelerinde işlemler hakikaten yavaş işliyordu. Tam beş gün Yasemin oksijene bağlı olarak nefes darlığı çekerek yaşadı. Yatınca akciğerlerindeki su seviyesi yukarılara çıktığından tam beş gün oturarak uyumaya çalıştı.
Bense kah Yasemin’in yanında oturarak, kah yatağının yanına koyduğum kanepe de uyuklayarak sabahlara kadar göstergelerden Yasemin’in değerlerini kontrol ettim.
Bir keresinde aşırı yorgunluktan uyuya kalmışım.
Uyandığımda üstümün örtülmüş olduğunu fark ettim.
Yeşil gözlü güzel kadın yatağından kesinlikle kalkmaması, hatta tuvalete bile gitmemesi kendisine söylenmesine rağmen, yatağından kalkmış, oksijen maskesini çıkarmış, dolapta ki yedek battaniyeyi bulmuş, beni uyandırmadan üstümü örtmüş ve yatağına geri yatmıştı.
Eğer o hasta yatağında ben yatıyor olsaydım, yani eğer ben hasta olsaydım ve Yasemin yanımda üstü açık uyuyakalmış olsaydı. Kesinlikle bende yatağımdan kalkar, oksijenimi çıkarır, dolaptan battaniyeyi bulur, sevgilimi uyandırmadan üstünü örter, yatağıma yatardım.
Sevgi ne söylediğiniz değil, ne yaptığınızdır.
Biz böyle sevdik birbirimizi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder