9 Aralık 2015 Çarşamba

BHAGWAN SHREE RASNEESH( OSHO) VE NASRETTİN HOCA




“Bhagwan (Osho) nun gözleri gülmezdi” yazımdan sonra siz okurlarımdan birçok mesaj aldım. Bu arada bana telefon açanlarda oldu. Benden daha fazla Bhagwan anıları yani Osho anıları yazmam istendi. Ben tabi ki siz “F” vitaminlerimi kıramam. Ara sıra sizlerle o aziz insanla, o güzel okullarda geçen bazı anılarımı paylaşacağım.

Bhagwan sanyassinler ve sanyassinelerle( Kadın ve erkek takipçiler veya öğrenciler diyebilirsiniz.) tıklım tıklım konferans salonuna çok ağır adımlarla girer, iki elini göğsünde kavuşturur, o meşhur Hint selamıyla herkesi selamlar sonra adeta bir taht’a benzeyen yerine otururdu. Hep ipekli bol, rahat elbiseler giyer, her seferinde birbirinden pahalı saatler takar, misler gibi kokardı. Daha önce de yazdığım gibi her zaman kafasında ona ve uzun sakallarına çok yakışan bir şapka, bir sarık veya yün bir bere olurdu.

Konuşmasına başlamadan önce yüzünde bir tebessüm bile olmadan o kocaman kahverengi gözlerini salondakilere diker, neredeyse sayıları 1000 i aşan kalabalığa adeta teker teker bakar onları adeta o gözlerine doldururdu. Salon tamamen sessizleşince ağır ağır,tek tek konuşmaya başlardı. Ağır Hint aksanlı insanın içine işleyen tok bir sesi vardı. Konuşurken katiyen acele etmez, ses tonunu yükseltip alçaltmazdı. Her cümlesinin sonunda biraz bekler o kocaman gözleriyle kalabalığı tarar, sonra konuşmasına devam ederdi.

Daha önce de yazdığım gibi Bhagwan her konuşmasına çok zeki ve komik bir fıkrayla başlardı. Bu arada belden aşağı fıkraları da olurdu. Fıkra sona erince salonda herkes gülmekten kırılırken kendisi hiç gülmez salondaki insanların her hareketini izlerdi. Bu arada Bhagwan sık sık Nasrettin Hocanın fıkralarını anlatır ve ona olan hayranlığını açıktan açığa dile getirirdi.

Bir gün yine bir Nasrettin Hoca Hikayesiyle konuşmasına başladı. Hoca bir akşam karanlık çökerken, evinin tam önünde dizlerinin üstünde yerde bir şeyler arıyormuş. Tabi yaşlı, kilolu, kafasında kavuk yerlerde bir şeyler arayan adamcağız oradan geçen insanların dikkatini çekmiş ve genç bir asker dayanamayıp Hocaya “Hayrola Hocam bir şey mi kaybettin” diye sormuş “ Hoca güçlükle nefes alarak “Evet evladım yüzüğümü kaybettim” diye cevap verince çocukta dizlerinin üstüne çöküp yüzüğü aramaya başlamış. Bayağı bir zaman geçmiş ve asker artık aramaktan yorulmuş. “Yahu Hocam demiş sen bu yüzüğü nerede düşürdün Allah aşkına?” “İçerdeee demiş Hoca “iyi ama ey mübarek adam burada neden arıyorsun diye sorunca asker. “Çünkü burada daha fazla ışık var da ondan” demiş Hoca.

Güldünüz değilmi? İşte bizler de hep gülerdik. Sonra Bhagwan konuşmaya başlardı. İşte derdi alalade insan bunu yapar. Hata kendisindeyken başka yerlerde arar. Hatanın kendisinin içinde olduğunu bildiği halde bilmemezlikten gelir va başkalarını suçlar. Çünkü başkalarını suçlamak kendi hatasını kabul etmekten daha kolaydır da ondan. Böyle insanlar boşu boşuna diğer insanları oyalar, onların zamanlarını çalarlar. Dedikodu yapar hep başkalarını suçlarlar. Bir insan gözlerini kendisine cevirirse inanın başkalarının hatalarını görecek zamanı kalmaz. İşte bu okulda biz sizleri bunlardan arındırmaya çalışıyoruz. Kendi kendinizi tanımanıza uğraşıyoruz. Eğer bunu başarabilirsek zaten kendiniz ölüp yeniden bambaşka bir insan olarak dirilmeyi kabullenip kollarınızı açıp koşacaksınız. Bekleyin ve görün der. Anlattığı her fıkranın ardından inanılmaz açıklamalar yapar bizleri kendine hayran bırakırdı.

Bhagwan her Nasrettin hoca hikayesiyle konuşmasına başladığında ben Nasrettin Hocayla iftihar ederdim. Bhagwan asırlar önce yaşamış bu aziz, güzel insanın tarzını kabullenmişti. Önce öğrencilerini güldürür sonra anlattığı hikayenin asıl nedenini, içeriğini onlarla paylaşırdı. Ağzından her Molla Nasrettin çıktığında onu daha da çok sever, hayranlığım daha bir artardı.

Allah ikisine de rahmet etsin, ikisinin de mekanı cennet olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder