9 Aralık 2015 Çarşamba

GÜLÜŞ




Marmaris Çarsısı’nın ortalarındaki ara sokaklardan birisine açtığımız sanat galerimizin yakınlarında, eski ve adeta dökülen bir evde yaşayan, Gülüş isimli bir kız çocuğu ve onun son derece aktif ele avuca sığmayan Şenol isimli bir erkek kardeşi vardı. Bu iki kardeş ayakkabı boyacılığı yapan dedeleri ve evlere temizliğe giden anneleri devamlı çalışmak zorunda olduğundan kendi başlarına yaşamak, zorunda kalmışlardı. Çocukların durumunu bilen çarşı esnafı vakit buldukça onları destekliyor, ara sıra ceplerine biraz para koyuyor, fırsat buldukça karınlarını doyuruyorlardı.

Teklifsizce mağazamıza dalıp,”Hayırlı işler” dedikten sonra, “Yahu bugün işler hiç iyi değil, bir tavuk döner, veya sürpriz yumurta, veya bonibon, veya, bir paket cips, veya dondurma, veya kraker, veya lolilop, veya kola bile alamadık”, diye yakınır, ellerine sıkıştırdığımız madeni birer lirayla dükkandan fırlar, etekleri zil çalarak en yakın markete veya dönerciye koşarlardı.

İncecik yüzünün iki yanındaki gamzeleri iyice ortaya çıkaran gülümsemesiyle, ismini hakikaten hak eden “ Gülüş” çok sevimli bir kız olmasının yanı sıra çok zeki ve sıra dışı bir çocuktu. Daha ilkokula yeni başlamasına rağmen inanılmaz güzel ve düzgün bir el yazısı vardı. Yazdıklarını ilk gördüğümde inanamadığımdan, onu mağazadaki masaya oturtup yeniden yazdırmıştım. Sol elinde sıkı sıkıya tuttuğu tükenmez kalemle, minicik dili dışarıda, daha da güzel yazmıştı.

Mağazaya her geldiğinde değişik şeyler giyerdi Gülüş. Renk renk tokalar, taklit mücevherler, renkli çoraplar(bazen iki ayrı renkte) çelimsiz vücudundan kaçan, omuzlarından düşecekmiş gibi duran birkaç beden büyük bluzlarla, rüküş de olsa çok sevimliydi. Bazen yüzüne dikkatli baktığımda yüzündeki ifade sanki ona ait değil de kendisinden daha yaşlı birisine ait gibi gelirdi bana nedense. Devamlı bir yerlerde gezerken görürdüm onu.

Bir öğleden sonra bir ağacın altında bir şeyler izlerken buldum Gülüşü. O kadar dalmıştı ki, belli bir süre yanında dikildiğim halde beni görmedi. Beni fark etmesinden ümidimi kesince,” Hayrola gülüş, burada ne işin var” diye sordum.

O tatlı gamzelerini göstererek gülümsedi, sol elinin parmağını dudağına koyarak “Sus” işareti yaptı ve fısıltıyla “Ben her gün bu saatlerde buraya gelir uğur böceklerini seyrederim” deyip eğilerek dikkatle ağacın dibindeki bir çim parçasını kaldırdı. Hakikaten de çim parçasının altı uğur böcekleri ile doluydu.

Hayranlık ve sevgiyle böcekleri bir müddet süzdükten sonra çekik gözlerini gözlerime dikip, “Sen hiç buraya gelip uğur böceklerini seyretmiyormusun?” diye sordu. Bense utanarak, “Hayır Gülüş” dedim. “ Ben burada uğur böcekleri olduğunu bilmiyordum ki”

“O zaman” dedi sen Barlar Sokağı’nın girişinde ki taş evin önündeki, incecik saplı, içlerinde sarı minik benekler olan, mor çiçekler ide hiç görmemişindir.

(Bu yazı Haziran 2013 yılında yazdığım “MORUK VE ÖTESİ” kitabımdan alınmıştır)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder