30 Temmuz 2015 Perşembe

NEREDE BAŞLADIĞI NEREDE BİTTİĞİNİ ANLAYAMADIĞIM BİR YAZI



Netsel marinada ki mağazamda oturuyorum. Allahıma şükürler olsun burası hala Yasemin’in tabloları, Yasemin’in kokusu, Yasemin’in ruhuyla dolu 

“Yaş 69 ha” diye düşünüyorum. İçimdeki huzursuzluk ne azalıyor ne tükeniyor. Birden bu kadar yaşlandığıma inanamıyorum. İnsan yalnız kalınca herhalde birden yaşını başını hissetmeye başlıyor. Halbuki ben yaşlılığımla, yaşlanmamla dalga geçen bir insandım. Hatta “Moruk ve Ötesi” ismini verdiğim basılmış bir kitabım bile var.

Kendimi o kadar korumasız ve yalnız hissediyorum ki neredeyse yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibiyim, o kadar yıl sonra. Ayaklarımda ki güç kayboluveriyor ve devamlı yalpalıyorum, dedim ya yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi. Veya yükünü almış bir sarhoş, hangisi hoşunuza giderse.

32 yıl sevdiğimle öyle yoğun bir aşk yaşamışım ki gözlerim başka bir şey görmemiş. Başka bir şey görmeye zaten ihtiyaç duymamışım. Dünyanın ne kadar değiştiğini hiç fark etmemişim. Yalpalayıp durmam bu yüzden. O küçücük çocuk nasıl korka korka yürümeye çalışıyorsa bende neredeyse hiç tanımadığım veya çok az tanıdığım bu yeni düzene korka korka alışmaya çalışıyorum.

Buradan çıktıktan sonra ne yapacağımı bilmiyorum, nereye gideceğimi de.

İnsanın yalnız kalması, yalnız bir hayata alışmaya çalışması ne kadar da zormuş. Paylaşmadan yaşamaya çalışmak tuzsuz ekmek yemeye benziyor. O kadar alışmışım ki “bak şuna, ya şuna bakar mısın sevgilim” demeye.

Son zamanlarda en fazla kendi kendimle konuştuğumu fark ettim. Bazen anlaşıyorum, bazen tahammül edemiyorum aramızda ki konuşmalara. Sonunda hiç değilse bir kavga çıkmadan iki tarafı da susturmayı öğrendim. Bazen üçlü dörtlü tartışmalarda olabiliyor.

En sevdiklerim, veya en sevdiğimi zannettiklerime dahi tahammülüm yok. O kadar çabuk sıkılıyorum ki herkesten, her şeyden.

Demek ki yalnızlık böyle bir şey. İnsan kendi demir parmaklıklarını kendisi monte ediyor.. kendi hücresini yine kendisi hazırlıyor. Belki de acayip bir kaçış bu. Belki de insanın kendinden kaçması veya kendine kaçması..

Duygularım o kadar yoğun ki neyin neden olduğunu, niye olduğunu, nasıl başladığını, niye başladığını anlamaya imkan yok.

Bilmem bu şekilde yaşamak ne kadar daha sürer. Ama böyle bir hayat tarzının bana zarar verdiğini, vücudumun , kemik yapımın, suratımın, yürümemin, oturup kalkmamın, değiştiğini, yüzümdeki ifadenin gözlerimdeki mutsuzluğun derinliğinin farkındayım ama içimden bu gidişe hiçbir şey yapmak gelmiyor.

Sanki bir şeyler beni tutuyor, zincirliyor ve ben bu tutulmaya ve zincirlenmeye dünden razıyım.

Yeni yepyeni bir hayata, yeni yepyeni bir insana katlanacak, alışacak gücüm yok. Zamanımda yok artık. Bu hasret böyle devam ederse sonum olacağını biliyorum. İyileşeceğimden de emin değilim. İyileşmem çölde ne kadar zaman susuz kalmama bağlı gibi. İş işten geçtikten, organlar iflas ettikten sonra su değil bir şelale bile olsa hiçbir fayda sağlamayacağını biliyorum.

Bu kadar acı niye. İlle de yaşama sarılmak ille de her şeye yeniden başlamak, yeni bir hayat kurmak o kadar mı şart.

İnsanın anıları temel taşları gibi. İnsanın bu yaşlarda dünyadaki en değerli varlığını kaybetmesi 32 yılda inşa ettiği o güzel evinin tepesine yıkılması gibi bir his.

Diyelim ki yeniden inşa ettim o evi. Nereye gitti o 32 yıl. Yeni yaptığım o ev bana yeni ve yabancı olmayacak mı? Yeni anılar biriktirmem, temel taşlarını oturtmam için bir 32 yıl daha yaşıyabilirmiyim.

Eski anılarınız size yeni bir yaşam şansı vermiyorlar ki

Yani daha bayağı bir ifadeyle iki, ucu boklu bir sopa tutuyorsunuz elinizde. Hangi uca bakarsanız bakın dokunmak gelmiyor içinizden. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında kalması”

Ne kendinizi kendinize, ne de kendinizi başkasına anlatabiliyorsunuz. Yine Nazım’ın dediği gibi “Ve bilirmisin ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması. “Ben” diyip susması “Sen” diyip ağlamaklı kalması.

Bu gün hala delirmediysem belki de en önemli sebebi sizlersiniz, beni okumanız, beni dinlemeniz, bana inanmanız ve bana geri dönmeniz.

İşte, anlatabileceklerim bu kadar, anlayabildiğim kadarı da bu.

İyi ki varsınız.

Öpüyorum hepinizi, ciddi ciddi öpüyorum.

İnternet Mahir’le aramızda bir fark kalmadı gibi.

I kiss you!!!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder