8 Şubat 2016 Pazartesi

Selincan

Selincan

Herhalde sana söz vermiştim senin için bir yazım olacak diye. İşte sana biraz o üniversiteye gittiğin şehirden, biraz da benden, ortaya karışık bir yazı.

Benim Ailem Kafkas’lardan gelme. Rusların Çerkez katliamı sırasında Kars’a iltica etmişler. Biz aslında Çerkez’iz.

Sonra da Kars’tan Türk Hükümeti bir dedemi Kayseri Pınarbaşı Kazasına diğerini de Sivas’ın Kangal kazasına yollamış. Böylece Ailemizin yarısı Kayseri’ye, yarısı da Sivas’a yerleşmişler. Ben Sivas’ta doğdum. Ama benim çocukluk yıllarım bu iki şehir arasında geçti.

Küçük ablam Suzan Kayseri’ye gelin gidince onu çok seven babamın hasreti bizlerin sık sık Kayseri’yi ziyaret etmemize sebep oldu. Hep trenle giderdik. Bayılırdım o tren seyahatlerine. Bütün istasyonları ezbere bilir, tünelleri tek tek sayardım.

Babam Erciyes Dağını çok severdi, Tren Gemerek kasabasını geçince Erciyes gözükür, babamın da keyfi yerine gelirdi. Belki de bu yüzden ben de dağları çok severim. Yıllar önce Yasemin’le Doğu Beyazit’e Ağrı Dağını görmeye gitmiştik. Hiç unutmam Ağrı Dağı o inanılmaz heybetiyle birden karşımızda belirince ikimiz de duygulanmış, Doğu Beyazit’e kadar ağlamıştık.

Selincan, sen maalesef Kayseri’nin güzel zamanlarını görmedin. Her geçen yıl Kayseri daha bir çirkinleştirildi, daha bir karıştı, karakterini kaybetti. Parayla her şey olmuyor çocuğum. Zevk parayla satın alınamıyor. Ben bu gün Kayseri’yi üstüne Lacost bir tişört altına bir şalvar çekmiş bir adama benzetiyorum ve sevmiyorum.

Ben çocukken Kayseri’nin kendine has bir kokusu vardı, bütün şehir sebze, meyve, kuru kayısı ve baharat kokardı. Şehrin ortasında ki kale belki de şehrin en hayat dolu, en güzel yeriydi. Kalenin içi Kayseri’li esnaf, kasabalardan gelen köylüler ve onların sattığı rengarenk mallarla dolu olurdu. Bayılırdım her fırsatta kaleye gitmeye ve hayran hayran o inanılmaz renkleri, o ağızlarını bürüklerinin kenarıyla kapatan kadınları, çoğu kasketli ve bıyıklı, şişman adamları seyretmeye. Sonra bir takım zevksiz, beceriksiz idarecilerin ve politikacıların aldığı berbat kararlarla o güzelim hayat dolu Kaleiçi bu günkü sevimsiz hale getirildi. O kadar güzel bir yerdi ki, o Arap ülkelerinde çevrilen Amerikan filmlerinde ki Holywood yapımı Pazar yerlerine benzerdi.

Sonra Selinciğim bir de at arabaları vardı. Ama çok enterasanlardı. Çünkü tekerleri normal otomobil tekerleğiydi. Önünde atlar, arkasında ağaç araba ve otomobil lastikleri çok komik gözükürdü.

Kayseri’de Kayserililer de Romalıların devamıdır inan bana. Zaten Kayseri bir Roma ismidir Sezar’ın şehri demektir.( biliyorsun arkeologum) İşte Kayserililerin inanılmaz ticaret zekaları ve inanılmaz midelerine düşkünlüğü Romalılardan gelir. O çok meşhur mantı bile İtalyanların Ravioli adını verdikleri bir hamur işi yemeklerinin biraz daha farklısıdır.

Babam gibi ben de Erciyes’i çok severim ve fırsat buldukça hem ablamı ziyaret eder hem de kayak yaparım. Yalnız bir keresinde kendime çok güvendiğimden lifte binip eldivensiz zirveye çıkmıştım. Az kalsın bütün parmaklarım donuyordu. O çektiğim acıyı şimdi bile hatırlıyorum.

Eşim Yasemin’in babası ve annesi Kayseri’li olduğundan nüfus kütüğü Kayseri’deydi. Ne zaman Yasemin’e “sen Kayserisin” desem bana ateş püskürür” Hayır ben İstanbul’luyum. Ben İstanbul da doğdum büyüdüm” der kızardı bana.

Annemin mezarı Erciyes eteklerinde, babamın mezarı ise Sivas’tadır. Hep babamın mezarını annemin yanına, o çok sevdiği dağın eteklerine taşımak istedim. Bir türlü nasip olmadı
.
Babam 1963 yılında vefat ettiğinde yanındaydım. Annem Kayseri’de bir kalp krizi geçirip öldüğünde Kanada’da üniversitede okuyordum. Annemin ölüm haberini Toronto’daki üniversitemin birinci yıl final imtihanına girmeden yarım saat önce aldım. Ağlaya ağlaya 3 saat imtihan yazdım. Hayatımız en zor günüydü.

İmtihandan sonra ayakta sallanarak tuvalete gittim yüzümü yıkamak için.

Saçlarım beyazlaşmıştı.

22 yaşındaydım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder