28 Şubat 2017 Salı

ERMENİ BAKKAL
Sizlere daha önce yazdığım gibi Kanada’nın Toronto şehri Niagara Şelaleleri’ne sadece bir saat uzaklıktadır. Toronto’da sıkıldığımda arabama atlar, şelalelere gider, kafa dinler, sonra şelalelerden de sıkılır, köprülerden birinden Amerika tarafına geçer, Amerika tarafında birkaç saat geçirir Kanada’ya geri dönerdim.
Gel zaman git zaman Amerika tarafındayken, yolumun üstündeki bir marketten her defasında bir şeyler satın almaya başladım. Bir gün marketin sahibi dikkatimi çekti. Kısa boylu, tıknaz, lüzumundan fazla kalın kaşlı, yer yer kırlaşmış siyah saçlı, yorgun ama sevimli biri gibi geldi bana. Bir defa hep güler yüzlüydü. Ama gülümserken bile sanki hüzünlü gibiydi.
Bir defasında bana, “ Sen buralılara benzemiyorsun,” dedi. Benimle bir konuşma başlatmak istediğini sezdiğimden, “ Evet” dedim Kanadalıyım, ama aslında Türk’üm. Gözleri parladı. Heyecanını gizlemeye çalışmadan, “ Biliyor musun ben de Ermeniyim, şimdi anlıyorum sana neden kanımın ısındığını,” dedi. Sonra da kırk yıllık dostmuşuz gibi konuşmaya, sohbet etmeye başladık.
John, bana 65 yaşında olduğunu, yirmili yaşlarında hamile karısı ile bir vapura binip İspanya’dan Küba’ya iltica ettiklerini, yarı yolda vapurda karısının ikiz çocuk dünyaya getirdiğini, hiç paraları olmadığından vapurdaki diğer yolcuların çocuklarına ve karısına sahip çıktıklarını, Küba’ya vardıklarında yine yolcuların aralarında topladıkları az bir para ile küçük bir oda tuttuğunu, sonra bir Yahudi gömlekçiyle tanıştığını, bir çırpıda anlattı ve nefeslenmek için bir sigara yaktı.
“Düşünebiliyor musun, iki yeni doğmuş bebek, yeni doğum yapmış bir kadın, ve parasızlık. Küba’dayım ve bir kelime İspanyolca bilmiyorum. O Yahudi gömlekçiden Allah razı olsun bana inandı ilk gün on tane gömlek verdi ve bana İspanyolca beş pezo demeyi öğretti, beş pezo, evet beş pezo. Aç susuz Havana sokaklarında saatlerce dolaştım, elimdeki gömlekleri gördüğüm her adama uzatıp beş pezo diyor, ne zaman yorulduğumu hissetsem gözlerimin önüne karım ve çocuklarım geliyordu. Sonunda İsa bütün gömlekleri sattım ve bu işe her gün devam ettim.”
Biraz durdu, sigarasından derin bir nefes daha aldı. Kahverengi gözleri daldı gitti. Sessizce devam etmesini bekledim.”Sonra ne oldu biliyor musun?” Dedi. “Seneler sonra Amerika’ya geldik ve bu kasabaya yerleştik. Nasip oldu bu marketi açtım, çocuklarım büyüdüler ve şimdi beni beğenmiyorlar.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Toronto’ya dönme zamanım geldiğinden, hiç istemememe rağmen, özür dileyerek gitmem gerektiğini söyledim ve aldıklarımın parasını uzattım. Yine o hüzün dolu gözlerini gözlerime dikti, “ Bu seferki bizden olsun,” dedi ve bütün ısrarlarıma rağmen para almadı.
Toronto’da satış müdürlerimi motive etmek için düzenlediğim seminerlerde seminere katılanlarla John’un hikayesini paylaştım. Hayatta güçlü bir gayesi olan insanların şartlar ne kadar zor, ne kadar aleyhlerinde olursa olsun mücadelelerinden vazgeçmediklerini, sonunda gayelerine ulaştıklarının altını çizdim. Çok da işe yaradı
Amerika’ya her geçtiğimde muhakkak John’a uğradım ve hikayesini hem çalıştığım firmada hem de arkadaşlarımla paylaştığımı söyledim. O kadar mutlu oldu ki.
(Bu arada sevgili "F" vitaminlerim benim DÜNYA ARKADAŞLIK GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN, Hadi hala vakit varken arayın arkadaşlarınızı, yazıyorum, yine yazıyorum, bir daha yazıyorum. SONRA NAH ARARSINIZ)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder