28 Şubat 2017 Salı

İŞTE BUNU ANLATMAK İSTEMİŞTİM
Sevgili dostlarım, dünkü yazdığım yazıma çeşitli yorumlar aldım. Bu yorumlar içinde bana neden böyle hissediyorsun diye soran, canımın içi 55 yıllık bir kader arkadaşım da var.
Bir kere en başta bu bahsettiğim arkadaşımın çok iyi bildiği gibi ben inançlı biriyim. Cuma namazlarına giderim, Ramazan da orucumu tutarım, bayram namazlarını kaçırmam. O halde ne oldu da böyle düşünüyorum?
Çocukluğumdan beri, İslam, din, cami, ezan, denince gözlerimin önüne aksakallı hocalar, hac dönüşü ellerinin içini hürmetle öptüğümüz, güler yüzlü hacı amcalar, başı örtülü nur yüzlü teyzeler. Beş vakit namaz kılan amcalarım, dayılarım, halalarım gelirdi.
Yurt dışında yaşarken, camileri, minareleri, Ramazanları, özledim, ezan sesinin eksikliğini derinden hissettim. Türkiye’ye döndükten sonra ilk 10 yıl hasret giderdim, sevindim. Ama son 10 yıl bu güzel dinimizin saf ve masum insanları kandırmak, istenildiği gibi yönlendirmek amacıyla nasıl istismar edildiğini, siyasete nasıl alet edildiğini görmek beni hayal kırıklığına uğrattı, kahretti. Son yıllarda bu artık tahammül edilmez bir hale geldi. Son aylarda ise delirmemek için elimden geleni yapıyorum.
Temeli hoşgörü, sevgi ve merhamet üzerine kurulmuş İslam dini teröristlerin dini olarak anılmaya, dünya genelinde anneler çocuklarını esmer, sakallı insanlardan kaçırmaya başladılar. Kutsal dualarla, sloganlarla, ilahilerle Allah’ın adını haykırarak kafa kesen, silahsız insanları kurşuna düzen, hatta diri diri yakan, kadınları taşlıyarak veya sokak ortasında kafalarına kurşun sıkarak öldüren ve bunun cep telefonlarıyla resimlerini çeken, eşcinselleri inşaat makinelerinden asan, yüksek binalardan kaldırıp atan, bellerine bağladıkları bombaları patlatıp bir yığın kadın, erkek, çoluk çocuk, yaşlı, genç masum insanın ölümüne sebep olan, uzaktan kumandalı kalleş patlayıcılarla dehşet saçan bu gözü dönmüş insanlar dinimizi dünyaya bir ölüm, bir terörist dini olarak tanıttılar. Sonunda Amerika’nın, dolayısıyla Musevilerin planları tıkır tıkır işledi ve İSLAMOFOBİ yaratıldı.
Mevlana’nın Mesnevisi hep baş ucu kitabım oldu. Bütün hayatım boyunca hep ulu insanlardan örnek almaya çalıştım. Şabani Tarikatının merhum Şeyhi Mehmet Dumlu Hoca o muhterem insanlardan biridir. Aynı zamanda Kütahya Yeşil caminin emekli imamı olan Mehmet Dumlu Hoca ile alış veriş yapmak için gittiğim Kütahya’da oğulları ile birlikte işlettiği çini mağazasında tanışmıştım. İhtimamla kısacık kesilmiş saç ve sakalı, üstünde taşıdığı elbisesi, gömleği, kravatı, yeleği, oturuşu, elindeki piposu, piposunu tutuşu, altın çerçeveli gibi duran gözlüğü, her şeyi çok uyumluydu.
Bu kadar ihtimamla giyinmiş bir beyefendi, boynunda kravat, elinde pipo, başının tam üstünde kocaman bir Atatürk portresi, yakasında Atatürk rozeti ile emekli bir cami imamını yan yana getiremediğimi fark eden Mehmet hoca, “Güven bey oğlum” dedi, “ ben Atatürk’ü çok severim. O muhterem insan olmasa kim bilir bugün nerelerde olurduk, ismimiz cismimiz ne olurdu? Rahmetlik babam Ömer Lütfü Bey, Atamızın yanında üstteğmen rütbesiyle, Birinci İnönü, İkinci İnönü, Kocatepe, Sakarya ve Kurtuluş Savaşlarında savaşmış, iki kurşun yarası bir de istiklal madalyası almış, gazi olmuştur. Aynı zaman da bir Nakşibendi dervişidir. Ben Atamızın bu resmini tam masamın arkasındaki duvara iftiharla asıyorum ki bu mekana yobazlar girmesin, giremesin,” dedi.
Kütahya’ya her gittiğimde bu ulu insanı ziyaret ettim. Her ziyaretimde o mübarek elini öpmeye hamle ettim, her seferinde zarif bir tarzla elini çekip “ziyade olsun, Allah razı olsun” dedi. Merhum eşim, kızım ve ben dizinin dibine oturup saatlerce Mehmet Hocayı dinledik. Hiç yanından, dizinin dibinden ayrılmak istemedik.
Moruk ve Ötesi kitabımın bir bölümünü Mehmet Dumlu Hocaya ayırdım. Allah rahmet eylesin Mehmet Hoca İslam dinini insanlara öğreteni sevdiren harikulade bir hoca aynı zamanda mükemmel bir hafızdı.
Senelerce o muhterem insanı dinledikten sonra bilhassa içinde bulunduğumuz şu günlerde bu kadar insafsızca bu güzel dini siyasete alet ederek insanları kandırmaya, yönlendirmeye, kışkırtmaya çalışanları gördükçe, seyrettikçe, dinledikçe kaybolmamak, ürpermemek, hüzünlenmemek imkansız bir hale geldi.
Yani ne dinimize, ne Atamıza ne de Atamızın bizlere bıraktığı mirasa sahip çıkabildik ve bu çaresizlik taş gibi oturdu yüreğimize. Ellerim titriyor, gözlerim doluyor bu satırları yazarken.
İşte bunu anlatmak istemiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder