17 Şubat 2018 Cumartesi

İki grup insan vardır.


Birinci grup; Güzel bir hikaye okursunuz veya bir haber veya fıkra duyarsınız. Çok seversiniz, hoşunuza gider, heyecan duyarsınız paylaşmak istersiniz. Çoşkuyla bu gruptaki birisine gider anlatmaya başlarsınız. Şansınız varsa birinci cümlenizi tamamlarsınız. Çoğu zaman daha birinci cümlenizi tanamlamadan lafı ağzınıza tıkarlar." Biliyorum biliyorum. Daha önce duydum veya okudum. Aaa daha yeni mi duydun? Sen de ama safsın haa" Gülümsemeniz yüzünüzde donar kalır. Çoskunuz kaybolur gider. "Yaa öyle mi ben yeni duydum. Hoşuna gider, sen de seversin diye paylaşmak istedim" der gülümsemeye çalışır, özür dilersiniz. Kısacası eşekten düşmüşe dönersiniz. Daha doğrusu eşekten düşmüşe döndürürler.


İkinci grup; Güzel bir hikaye okursunuz veya haber veya fıkra duyarsınız. Çok seversiniz, hoşunuza gider. Heyecan duyarsınız paylaşmak istersiniz. Coşkuyla bu gruptaki birisine gider  anlatmaya başlarsınız. İlgiyle sonuna kadar dinlerler, hatta dinlerken gözlerinizin içine bakar, gülümserler  Sonra merak eder "daha önce duymuşmuydunuz?" diye sorarsınız. Çoğu zaman duydukları halde söylemezler veya "evet duymuştum ama o kadar güzel anlattın ki seni durdurmak istemedim çok hoşuma gitti" derler. 


Şimdi bu grup iyi diğeri kötü diye bir karşılaştırma veya değerlendirme yapmıyorum. Zaten buna hakkım da yok.


Sorun bakalım kendinize siz hangi gruptansınız.


İtiraf ediyorum. Ben ikinci gruptanım. Abim her bir araya geldiğimizde babamızın başöğretmenlik yaptığı Sivas'ın Ulaş nahiyesin de yaşadığı çocukluk hatıralarını anlatır. Ata binmesini, sabah erkenden dayak yiyeceğini bile bile dereye balık tutmaya gitmesini, yılan yakalayıp getirmesini, ağaçlara çıkmasını, kuş avlamasını, Tecer dağı maceralarını, çocuklarla trene kaçak binmelerini dinlerim. Sanki daha önce hiç duymamış gibi dinlerim. Çok da zevk alırım. O kadar güzel, yaşayarak, zevk duyarak anlatır ki...hiç bitirmesini istemem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder