24 Aralık 2016 Cumartesi

KANADA’NIN SONBAHARI ÇOK GÜZELDİR, ÇOOOOOOK…
1970 yılında Kanada’ya uçarken yanımdaki koltukta oturan şık giyimli, düz, gri saçlarını çok zarif bir tokayla ensesinde toplamış hanımefendi ile konuşmaya başladım. Bana isminin Peggy olduğunu, Kanada’ya her yıl sonbaharı izlemek için seyahat ettiğini ve bunu son 10 yıldır tekrarladığını anlattı. Bu kadar yol, bu kadar para Kanada’nın sonbaharını izlemek için değer mi diye kınadım kadını içimden.
Toronto’ya inmeden Peggy bana 80 yaşında olduğunu söyledi. İnanmadığımı hissedince üşünmedi, ayağa kalkıp yukardan çantasını aldı ve bana pasaportunda yazan doğum tarihini gösterdi. Hakikaten de 80 yaşındaydı. Bir an memleketteki seksenlikler geldi geçti gözlerimin önünden. Peggy o kadar hayat doluydu ki, bu yaşında sonbaharı izlemek için 10 saatlik uçak yolculuğuna bana mısın demiyordu. Yıllar sonra Kanada’da yaşadığım 20 süresince her yıl sonbaharın gelmesini sabırsızlıkla beklerken hep Peggy’i hatırlayacağımı düşünemezdim.
Kanada’nın sonbaharı tarif edilmez derecede güzeldi. Düşünün tabiatın, çevrenin, vahşi hayatın, hatta böceklerin bile korunduğu bir ülkeydi Kanada. Yemyeşil ormanlarıyla, pırıl pırıl gölleriyle, mavi ışıklı dağlarıyla, Okyanuslarda kıyılarıyla, kocaman, bambaşka bir ülkeydi. O kadar çok ve çeşitli ağaç vardı ki, Andız, Kestane, Ardıç, Sedir, Kızıl Çam, Kara Çam, Çınar, Kayın, Sandal ağacı, Meşe, Ceviz, Mazı daha ismini bilmediğim neler neler. Bütün bu ağaçların sonbaharda çeşitli renklere büründüğünü, bütün bu renklerin dağların etrafında oluştuğunu, göllere rengarenk gölgelerinin düştüğünü bir düşünün.
Bir keresinde çalıştığım şirkette en yakın arkadaşımın ailesine ait çok güzel bir yazlık eve gittik. Ontario’nun kuzeyinde, Muskoka Gölünün kenarındaydı bu ev. Şükran günü olduğundan üç günlük bir dinlencemiz vardı. Bu üç gün zarfında sonbaharı doya doya yaşamak nasip oldu. Bill’in sürat motoruna binip sabahtan akşama kadar o göl senin bu göl benim dolaştık. Rengarenk yapraklar, dünyaca meşhur Kanada Kazları, türlü türlü kuşlar, sulara düşen renklerin sudaki akisleri, hepsi birbirinden güzel ve bakımlı evlerin şömine bacalarından yükselen dumanın yaydığı mis gibi çam kokusu, göllerin kenarlarına itinayla inşa edilmiş, doğayı hiç bozmayan doğayla iç içe barlar ve butik restoranlar arasında saatlerin nasıl geçtiğini fark etmedik bile.
Kanada’nın kışı çok uzun, yazı çok kısa, ilkbaharı neredeyse hiç yoktur, ama hakikaten muhteşem, dillere destan bir sonbaharı vardır, çok güzeldir çoooook.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder