17 Mart 2016 Perşembe

REZZANCIĞIMA MEKTUP


“İstanbul’a gel Güven” diyorsun. “Kendini oralardan biraz uzaklaştır, buralarda bizlerle vakit geçir, bir mekan değişikliği yap, bak sana ne kadar iyi gelecek Güven” diyorsun. “Burada ki arkadaşların dostların seni çok özlediler çok görmek istiyorlar, ne güzel olur hep bir araya gelir hasret gideririz eskisi gibi” diyorsun. Bense “İyi de canım benim, benim İstanbul’a gelecek ne cesaretim nede gücüm var, çünkü İstanbul baştan aşağı Yasemin dolu biliyormusun” diyorum sana.
Yaseminler önce Çarşamba da, sonra Atik Ali de oturdular. Ben Yasemin’i neredeyse bebekliğinden beri tanırım. Akraba olduğumuzdan ve babasından saz öğrendiğimden evlerine hep gider gelirdim. Ben Türkiye’den ayrıldığımda yasemin 6 yaşlarında dünya güzeli bir çocuktu.
Sonra Kadıköy de Süreyya sineması önünde Yasemin’i 19 yaşında dünya güzeli bir kız olarak görmek nasip oldu. Deli gibi aşık oldum ilk görüşte. Büyük çekmecede nişanlandık. Yine büyük çekmecede, erguvanların açtığı, kır çiçeklerinin fışkırdığı aylarda, pembe çiçek açmış bir elma ağacının altında, denizi gören bir tepede, ilk defa öptüm nişanlımı. Kadıköy evlendirme dairesinde evlendik. Nikahımıza gelirken Yaseminle Karaköy’den yanlışlıkla Üsküdar vapuruna bindik. Sonra da Üsküdar’dan taksiyle kendi nikahımıza son dakikada yetiştik.
İstanbul hep hayatımızın içinde oldu. Marmaris’te iş yerleri açtık sık sık İstanbul’a gittik geldik iş yerlerimize mal almak için. Kapalıçarşı da görmediğimiz dükkan, girmediğimiz han kalmadı. Bedesten de Gümüşçü Davud Ustayı, antikacı Fikret Beyi tanıdık. Bize esnaflığı para kazanmasını öğrettiler. Çemberlitaş’tan kilim çantalar, Nuri Osmaniye’den takılar, Un kapanın’dan bakır eşyalar, 4. Levent’ten seramikler, Etiler’den resim çerçeveleri satın aldık. Mahmut Paşa’dan Mısır Çarşısına indik. Tünelden Beyoğlu’na çıktık defalarca, Yüksek Kaldırım’dan kızımız Bahar’a piyano aldık. Eminönü’nde Ali Ağa Camiinin önünde güvercinleri, Kadıköy vapurunda martıları besledik. Boğaz vapuruna bindik, Kanlıca da yoğurt yedik, Emirgan da çay içtik. Çengelköy de salatalıklar ateş pahasıydı almadık, ama çınarların altında sahlep içtik. Anadolu Hisarın da balığımızı yedik, Kuzguncukta entellerle kahve içtik, kitap okuduk, kiliseleri gezdik. İsmet Ustanın lokantasında kazığın alasını yedik.
Galata Köprüsün de balık tutanları defalarca seyrettik. Köprüden geçerken denizde gördüğümüz denizanalarının çokluğuna inanamadık. Galata kulesine çıktık. Yasemin’i Veznecilerdeki üniversiteme götürdüm, Şehzadebaşı’nda Üniversiteye giderken kaldığım Sivas Talebe Yurdunu gösterdim. Kumkapı gecelerinde Romenleri dinledik. Samatya da Varujan Ustanın Meyhanesine, Bakırköy de Beyti’ye, Yeşilköy de Kaşı beyaz’a, Vezneciler de Hacı Bozan Oğullarına gittik. Topkapı sarayı, Ayasofya, Yerebatan Sarayı, Yıldız Köşkü, Mevlevihane, Arkeoloji Müzesini defalarca ziyaret ettik. Sultan Ahmet Meydanında turistler gibi şaşkın şaşkın dolaştık. Sıraselviler de arabamın debriyaj balatası yandı. Ak merkez de sıkıntıdan patladım, boğuluyordum.
Bir keresinde Kadıköy den Üsküdar’a kadar el ele yürüdük sevgilimle. Adalara da gittik. Aya Yorgi Kilisesine çıktık, fayton turu yaptık, midye tava yedik. Midye tava deyince aklıma Çiçek Pasajı geldi. Tabi Çiçek Pasajına gitmeden olur mu? Oraya da gittik. Hayret ettik, bütün garsonlar bıyıksızdı. Yasemin seviyor diye taa Sarıyer’e Sarıyer börekçisine bile gittik, börek yemek için, inana biliyormusun.
Bakırköy de kaldık, Yeni Mahallede kaldık, Fenerbahçe de kaldık, Bağdat caddesinde volta attık, kafelerde kahve içtik. Defalarca Cadde Bostanda ki Küp Kebaba gittik sevgilimle. Fenerbahçe parkındaki ağaçların çeşitliliğine inanamadık. Kışları geldiğimizde hava kirliliği canımızı okudu. Trafikten hiç söz etmiyorum.
Son zamanlarda Cankurtaran da Armada otelde kaldık hep. Tango gecelerine, terasta ki lokantadan bir tarafta Sultan Ahmet Camiini, Ayasoya’yı,bir tarafta Marmara denizi, balıkçıları seyretmeye bayıldık. Fırtınalı gecelerde Ahır Kapı Fenerinin sinyalları bize ninni gibi geldi. Gece ondan sonra, trafik rahatlayınca, Armada Otel’in park yerinden arabamızı aldık, bir gece Avrupa yakasını, başka bir gece Avrupa yakasını gezdik. Sevdiğimiz yerlere durduk biramızı içtik, İstanbul şarkıları söyledik. Bak az kalsın unutuyordum, Emin önünde ekmek arası balık da yedik.
Görüyormusun canım Rezzanım, ben İstanbul’u yalnız yaşamadım. Ben İstanbul’u yanımda Yeşil Gözlü Güzel Kadın olmazsa tek başıma taşıyamam, o elimden tutmazsa kaybolurum, gezemem ki. Marmaris’teki acılarımla daha yeni yeni dost olmayı öğrendim ben. İstanbul da yeni acılar yaşayacak gücüm yok ki benim.
Hazır olduğumda güzelim, kendimi hazır hissettiğimde gelirim söz veriyorum. Şimdilik beni mazur gör, gönül koyma ne olur. Ben senin nasıl bir melek, ne bulunmaz bir arkadaş ve kalbi ne kadar merhamet dolu biri olduğunu biliyorum.
Bir gün kapını çalıp “Bak ben geldim işte” demek, diyebilmek dileğiyle.
Öpüyorum seni çok öpüyorum ve o kadar seviyorum ki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder