KÖTÜ HABERLER BİTSİN ARTIK
Sabahın erken saatlerinde veya gece geç vakit gelen telefonlardan korkarım ben, ürkerim. Sanki kanım damarlarımdan çekilir. Kalbim bir başka türlü çarpar ve bu çarpıntı vücudumun en ücra köşelerine kadar yayılır. Gözlerimin yanında ki, alnımda ki çizgiler daha bir derinleşirler. Telefonu tutan elimin titrediğini açık açık hissederim. Parmaklarım bir türlü “Aç” düğmesine gitmezler, gitmek istemezler.
Telefonda bana her zaman “Canımın içi nasılsın” diyen sesi tanıyamadım.”Güven” dedi, “Kadriye’yi kaybettim, yapayalnız kaldım. Seni aradım çünkü beni en iyi sen anlarsın”.
439 Hikmet. “Bir Sivaslı’nın Anıları kitabımı okuyanlar bilirler. Kitabın baş kahramanlarından biri. Kader arkadaşım, ortaokul arkadaşım, lise arkadaşım, İstanbul’da Sivas talebe yurdu arkadaşım. Beni her aradığında “Canımın içi nasılsın” diye soran canım arkadaşım. 439 onun lisede ki numarası.
Telefonda kala kaldım. Yanılmamıştım, bu bir erken telefondu ve kötü haberdi. Ne diyeceğimi bilemedim, “Yalnız değilsin” falan gibi bir şeyler geveledim. “Ne zaman” diyebilecek kadar kafam çalıştı. “Sabah saat beş buçukta” diye cevapladı ve telefonu kapattı.
Oturduğum yere çöktüm kaldım. “Evet seni en iyi ben anlarım Hikmet “ dedim ve yaşlar gözlerimden süzülmeye başladı. Hastanelere akın akın gelen hastaları, hamile kadınları, ameliyat olmaya gelenleri, hem ümit dolu, hem ümitlerini yitirmişleri, bir ilah gibi en önde yürüyen profesörleri, arkalarında kendilerini takip eden ve bütün yağcılıklarını sergileyen doktor adaylarını, tekerlekli sandalyeleri, hastane müdavimlerini, ilaç kolikleri, her yaştan, her kökenden, her cinsten hastanenin mermer koridorlarında kaybolmuş acı dolu, sancılı insanları hatırladım. Pet makinalarını, ultrasonları, tomografileri, M.R ları, akçiğer rontgenlerini, sayısız kan alımlarını, damar yolu açmaları, bulunamayan damarları, oksijen makinalarını, hiç bitmeyen anonsları, kalp çarpıntıları ile okunan test, laboratuar sonuçlarını, kemo terapi salonlarını, yoğun bakım günlerini de hatırladım.
Bir buçuk yıl biz işte bu hayatı yaşamıştık sevgilim, Yasemin’le.. Hikmet ve Kadriye Hanım tam 9 yıl. 9 yıl o mübarek kadın çocuklarından, torunlarında, eşinden, dostlarından ayrılmamak için inanılmaz bir sabır gösterdi, bir yaşam mücadelesi verdi. 439 Hikmet’te 9 yıl eşinin elini bırakmadı onu yaşatmaya çalıştı. Bunun yanı sıra canım arkadaşım ben Yasemin’imle hastanelerde yaşarken bana en büyük desteği verdi. Kendi derdini unuttu ve bana defalarca “Canımın içi nasılsın” diye teselli telefonları açtı. Beni hayata döndürmek için elinden geleni yaptı.
Kadriye Hanım fedakar bir eş, fevkalade bir anne, inanılmaz bir anne anne, baba anne, cömert, çok cömert bir ev sahibi ve inançlı bir hanım efendiydi. Allah mezarına nur yağdırsın. Mekanı cennet olsun. Geride kalanların onu çok özleyeceğini, arayacağını biliyor hepsine sabır diliyorum. Başınız sağ olsun Allah size ve sevdiklerinize uzun sağlıklı bir ömür versin diyorum. Gürbüzer ailesi, güzel aile, güzel insanlar, acınızı paylaşıyorum.