23 Eylül 2016 Cuma

YAŞAMAYA ÇALIŞMAK
Eşimin hastalığı sırasında birçok acı yaşadım, çok yoruldum, çok üzüldüm. Ama iki acı var ki, ne kadar uğraşırsam uğraşayım, kalbime derinlemesine çakılmış iki temel çivisi gibi sökülmeleri imkansız.
Birincisi o ruhsuz tekerlekli sandalye günleri. Senelerce boyunu, yürüyüşünü, endamını hayranlıkla seyrettiğim, eteklerini dizlerine kadar çekip Rita Hayworth gibi danseden, yüzünde o güzel gülüşüyle kendinden geçerek, büyük keyif alarak oynayan, dans eden güzel, çok güzel kadının, kolundan tutmadan ayakta duramamasını, dengesini kaybetmesini, düşmesini, sonunda tekerlekli sandalyeye mahkum olmasını hiç kabullenemedim. O sandalyeyi iterken neler hissetmedim, neler yapmadım ki sevgilimin moralini yüksek tutmak için.
Hikayeler, fıkralar anlattım, şarkılar, türküler söyledim. İyileşir iyileşmez onu tekrar Roma’ya götüreceğime söz verdim. Güzel günlerimizden bahsettim. Onu ilk defa öptüğümde ne kadar heyecanlandığımı itiraf ettim. Kızımızın en şeker olduğu günlerinden bahsettim. Geceleri mışıl mışıl huzur içinde uyurken ayı şığında onu seyrettiğimi, Allah’a dualar ettiğimi söyledim. Kanada hatıralarımızı paylaştım . Ona bir İngiliz buldoğu gibi sarılıp, ne olursa olsun bırakmayacağıma söz verdim. Kendimi hep içi kan ağlayan, ama sirkte insanları eğlendirmekten başka bir alternatifi olmayan zavallı bir palyaço gibi hissettim ben, o hiç bitmeyen sancılı 9 Eylül Hastanesinin koridorlarında, Yasemin’in sandalyesini iterken.
İkincisi; güzelimin harikalar yaratan, tablolar vitraylar yapan, sihirli gölgeler ışıklar veren o zarif parmaklarının cep telefonunun tuşlarına basamayacak, kalem tutamayacak, imza atamayacak hale gelmesi, çaresizleşmesi, gücünü yitirmesiydi.
İşte bu iki acıyı kabullenemedim, affedemedim. Ne olursa olsun ne derseniz deyin, kader mi, alın yazısı mı, hayat mı, imtihan mı, Allah’ın özene bezene verdiği bu güzellikleri, yeşil gözlü güzel kadına ve bana büyük acılar çektirerek çekip almasını affedemedim. O güzel kadın, o melek huylu kadın, bunları hak etmemişti.
Ben bir yazarım. Yazarlar unutmazlar ve her detayı en ince ayrıntılarına kadar hatırlarlar. Yani işim çok zor benim. Hatırlamamak için nasıl mücadele veriyorum, inanamazsınız. Bazen kalbim öyle ağırlaşıyor ki, taşıyamıyorum. Omuzlarım çöküyor, yaşam arzumu yitiriyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Yataktan çıkmak istemiyorum. Bir şeyler yemek istemiyorum: Su bile içmek istemiyorum. Kimseyi görmek, kimselerle konuşmak içimden gelmiyor ve işte böyle günlerde böyle yazılar yazıyorum. Dedim ya kalbimi artık taşıyamadığımdan, kendi derdime düştüğümden.
Hani sizler hep “Hayat devam ediyor” diyorsunuz ya! İstemesem de bayılmasam da YA Ş A M A Y A Ç A L I Ş I YO R U M!.
Hepsi bu işte hepsi bu, anlatmaya çalıştığım, paylaşmaya çalıştığım.bu. Gidecek başka yerim yok ki benim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder