EMİN
Saat gece yarısını geçti. Bütün gün içim sıkıldı. Kimseyi inandıramadım içimin sıkıldığına. Kimsede inanmak zorunda değildi zaten içimdeki sıkıntıyı, çünkü ben bile bilmiyordum nedenini. Sonra gece yarısına doğru geldi işte o telefon. En sevdiğim arkadaşlarımdan biri komada, kanser tedavisi görüyordu. Saatleri sayılıymış, sabaha çıkamazmış, yoğun bakımdaymış. Halbuki ben birkaç saat önce profil resmimi değiştirmiştim. Ne kadar doğru "Kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik” lafı. Sancılıyım, kalbim paramparça.
Beş sene kadar önce Sivas’a gitmiştim üçüncü kitabım “Moruk ve Ötesi” için bir araştırma yapmaya. Emin’i buldum. “ Valla karım çocuklarla birlikte Ankara’da ben evde yalnızım. Benimle kalabilirsin ama fazla bir şey bekleme, kahvaltıdan başka bir şey vermem, haberin olsun” dedi. O gece beraber kaldık. Akşam yemeğinde meşhur sebzeli Sivas Kebabı ısmarladı. Bir koca tepsi en az 4 kişilik. “Bu ne Emin? Kim yiyecek bu kadar yemeği?”diye sordum. “Ye lan işte” dedi. “Ben ağa çocuğuyum. Sonra da Marmaris’e gidip Emin beni aç bıraktı” deme. “Eh artık bu yemekle bir büyük gider değil mi? Diye sordu. İçkinin ona zarar verdiğini bildiğimden “Ben içki içmiyorum” diye yalan söyledim. Hiç de ısrar etmedi. Boynunu büktü. “Peki o zaman, ne yapalım biz de ayran içeriz” dedi.
O gece geç vakitlere kadar konuştuk dertleştik. Lise günlerinden, üniversite günlerinden, Sivas Talebe Yurdu günlerinden, aramızdan ayrılan arkadaşlarımızdan bahsettik. Ertesi sabah Emin beni arabasına alıp bir Sivas turu verdi. Sonra eve geldik, vedalaştık, ben arabama bindim ama arabam bir türlü çalışmadı. Uzun bir süre uğraştık, çalıştıramadık. “Hallederiz merak etme” dedi Emin, bir usta çağırdı. Adam elinden geleni yaptı ama bir netice alamadı. Koca Sivas’ta bir BMW servisi yoktu. Sonunda çekici çağırıp arabayı sanayiye götürdük. Akşam saat 8 sularında tam ümidimi kesmişken arabayı çalıştırdılar. Yola çıkmaya karar verdim. Vedalaştık, “Kurban olduğum, bu kışta kıyamette gece vakti yola çıkma. Benim aklım sen de kalır. Ne olur ne olmaz, bak araban yolda yine arıza falan yapar, bu gecede kal, sabah selametle gidersin” dedi. “Yasemin’i özledim sana bir gece daha tahammül edemem” dedim. “Aç telefonu ben bacımla konuşurum, o anlar, senden çok daha akıllı olduğunu biliyorum” dedi. Sonunda her 15 dakikada telefon açmam şartıyla razı oldu yola çıkmama. Beni yolcu etti istemeye istemeye.
Yola çıktım. Karanlık, soğuk neredeyse benden başka kimseler yok. Her 15 dakikada bir o telefon açtı. Bir buçuk saat sonra. “Neredesin” diye sordu. “Şarkışla’yı geçtim. İyi gidiyorum, merek etme” dedim. “İyi o zaman, Sivas hudutlarından çıktın. Şimdi ne bokun varsa ye. Benden bu kadar” dedi.
Ne kadar isterdim Emin Kardeşimi, canımı, be gece yoğun bakımdan kaçırıp lisede ki sınıfımıza götürmeyi, sırasına oturtmayı. Neden güzel insanlar birer birer gidiyorlar, kötülere bir şey olmuyor? Bu kadar zülum niye ki?
Saat gece yarısını geçti. Çalışma masamda, karanlıkta oturuyorum. Elim alnımda, gözlerim ekranda. Ne elimi hissediyorum ne de alnımı.
Nasıl yüreğim yanıyor biliyor musunuz ? Nasıl yanıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder