17 Kasım 2016 Perşembe

HIZIR’IN YERİ VE MEKANI OLMAZ
Kanada’da Üniversitede okurken en iyi arkadaşım Michael Liang Honkong’tan gelmiş bir Çinliydi. Mike diğer Çinlilere benzemeyen, daha beyaz, birazcık melez, tatlı bir çocuktu.
Mike Barbara isimli kız arkadaşı ve Barbara’nın kız kardeşi Tina ile birlikte yaşıyordu. Barbara’da birazcık melez, cici ve güzel bir kızdı. Kız kardeşi Tina ise kendi halinde, biraz içine kapanık bir kızdı.
Sonunda beklenmedik bir şey oldu. Mike ile Barbara’nın arasındaki ilişkiyi aşırı derecede kıskanan Tina intihara teşebbüs etti. Mike, Barbara ve bendeniz o gece hastanede sabahladık. Sonun da Tina hayati tehlikeyi atlattı ve hepimiz rahat bir nefes aldık.
Ertesi gün Tina hastaneden taburcu oldu. Ailesi Tina’nın Toronto’dan Ottawa’ya akrabalarının yanına taşınmasına karar verdi. Benim de o günlerde bir minibüsüm olduğundan, Tina’nın eşyalarını Ottawa’ya taşımaya gönüllü oldum. Fedakar arkadaşım ya, damarlarımda Türk kanı dolaşıyor ya!...
Pazar sabahı uçakla Ottawa’ya uçan Tina’nın eşyalarını benim minibüse doldurduk, yola çıktık. Hava eksi 35, kışın en soğuk günlerinden biri, her taraf, otobanlar dahil, buz pateni pisti gibi takır takır buz. Ne kimse araba kullanıyor, ne kimse evinden çıkıyor.
Altı saatte Ottawa'ya vardık. O gün Çinlilerin soğuğa karşı zerrece dayanıklı olmadıklarını öğrendim. Mike ve Barbara arabadan dışarı çıkamadıklarından bendeniz vefakar Türk, bütün eşyaları tek başıma evin üçüncü katına çıkardım ve hemen Pazartesi önemli bir imtihanımız olduğundan, Toronto’ya doğru yola çıktık.
Gece yarısından sonra gözlerim kapanmaya başladı. Hem buzla kaplı yolda araba kullanıyor, hem de uyumamak için inanılmaz bir çaba harcıyordum. Bu arada arkada kedi yavruları gibi birbirine sarılmış mışıl mışıl uyuyan Barbara ve Mike’ı gördükçe içimden el frenini çekip ikisine de temiz bir dayak atmak geliyordu.
Neyse midemdeki ülserime rağmen her fırsatta bir kahve içerek yolun sonuna geldim. Sabaha karşı 5 sularında Toronto’nun ışıkları gözüktü. Yollarda bizden başka bir Allahın kulu yoktu. Birden arabada bir gariplik hissettim ve sağa yanaşıp durdum. İndim, sağ ön lastik patlamış, cant yerde, Allah’ım delireceğim. Yorgunluktan ayakta sallanıyorum. Hava inanılmaz soğuk. Adım gibi biliyorum ne Mike’tan ne de Barbara’dan hayır var. Tam bildiğim bütün küfürleri İngilizce, Türkçe sıralamaya hazırlanırken inanılmaz bir mucize oldu ve nerden çıktıysa bir araba geldi ve arkamızda durdu. Hey Allah’ım 6 saatte gördüğüm tek araba.
Arabanın kapısı açıldı ve soğuğa karşı fevkalade giyinmiş 30 yaşlarına birisi inip yanıma geldi.
What is the problem? – Problem nedir?
I have a flat tire.- Lastiğim patladı
I help you to change it.- Lastiği değiştirmene yardım ederim.
Allah’ım kulaklarıma inanamıyorum. Yedek lastiği arabamın burnundan sökmeye gittiğimizde lastiği tutan cıvatalardan birinin kilitli olduğunu ve anahtarı da Toronto’da evde bıraktığımı hatırladım, kalakaldım. “Hayrola, problem nedir?” diye içtenlikle soran adamcağıza durumu anlattım utanarak. “Hadi gidip anahtarı alalım” dedi. Ama evim buradan en az 30 Km diyince, “So what?”-Ne olmuş yani? Diye cevap verdi.
Ve adam beni arabasına aldı. Eve geldik, anahtarı aldık. Arabaya döndük. Yedek lastiği çıkardı. Arabasındaki alet çantasını getirdi, lastiği değiştirdi. Gitmeden bana hiç değilse gitmeden önce adını ve telefon numarasını vermesini, bu iyiliğini öyle veya böyle ödemek istediğimi söyledim. “Hiç önemli değil, sadece yardıma ihtiyacı olanlara yardım et” dedi ve çekti gitti.
Şimdi 70 yaşındayım ve bu olayı 40 yıl önce yaşadım. 40 yıldır yolda kalmış, yardıma ihtiyacı olan herkese yardım elimi uzattım, hala da uzatıyorum.
Ha bu arada Mike ve Barbara o sene sonunda, kesinlikle tekrar bir araya gelmemek üzere ayrıldılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder