5 Ağustos 2017 Cumartesi

DEPREM
Anadolu da biz deprem ne demek bilmezdik. Bizim dilimizde”Zelzele” kelimesi dolaşırdı. Varsa zelzele yoksa zelzele. Ve bu kelime bizi korkutmazdı çünkü bizim oralar, Sivas zelzele bölgesinde olmadığından böyle olaylar yaşamazdık. Mesela ben Liseden mezun olana kadar Sivas’ta yaşadım. Bir tek zelzele bile olmadı.
Türkiye büyük depremi yaşadığında Eşim Yasemin, kızım Bahar ve ben Kanada’ya tatile gitmiştik. Tatilimizin ikinci günü bizi evinde misafir eden çok yakın arkadaşım David Stephenson verdi haberi. Hemen televizyonun başına koştuk ve çok kısa da olsa olanları izledik. Sonra telefon açıp yakınlarımızla temasa geçmeye çalıştık. Tabii telefon hatları hasar gördüğünden uzun bir süre kimseye ulaşamadık, ancak birkaç gün sonra konuşmamız mümkün oldu. Birazcıkta olsa bilgi aldık, biraz olsun rahatladık. Bu kıta da milletin derdi Türkiye olmadığından, ve televizyonlar çok limitli bilgi verdiğinden bir türlü tam olarak ne olduğunu bittiğini öğrenemedik. Nereye gitsek, ne yapsak bir türlü içimiz rahat değildi.
Kanada ve Amerika da iki aya yakın kaldıktan sonra Paris’e uçtuk. Bu kadar uzun vatanımızdan ayrı kaldığımızdan depremin dehşetini yaşamadık. Aradan iki ay geçtiğinden biraz olsun yaralar kabuk bağlamıştır, enkazlar falan temizlenmiştir diye düşündük. Sonunda Türkiye’ye dönüş günümüz geldi ve Air France ile Paristen İstanbul’a uçuşa geçtik.
Uçak İstanbul’a yaklaştığında kaptan kemerleri bağlamamızı, inişe geçeceğimiz anonsunu yaptı. Kemerleri bağladık. Aradan neredeyse yarım saat geçti hala indiğimiz falan yok. Allah Allah dedim kendi kendime, neden bu kadar uzun sürüyor ki inmek, neredeyse havada asılı kaldık. Zaten uçmayı sevmem deli olacağım neyse sonunda inebildik. Bavullarımızı bulduk ama ne bir tane ne polis var, ne gümrük memuru var, ne pasaport polisi var, ne de arayan soran var. Elimizi kolumuzu sallaya salllaya hava limanından çıktık. Yasemin’e döndüm “Yahu Yasemin görüyor musun ne kadar medeni bir millet olmuşuz. Polis yok, gümrük kontrolunu kadırmışlar, ne rahat, ne güzel, turistler tabii ülkemizi severler” dedim. Neyse bir taksi bulduk, bavullarımızı koyduk. Armada otelin adresini verdim, Sultan Ahmet'e doğru yola çıktık. Ama soför son derece rahatsızdı. Devamlı göz bebekleri oynuyor, kıpır kıpır hareket ediyor bir türlü rahat oturamıyordu. “İyi misin sen? Diye sordum. “Nasıl iyi olayım abi ? 15 dakika önce çok kötü sallandık yine” dedi. Meğer bizim uçağın öküz arabası gibi inmesinin sebebi varmış. Uçağın kaptanına haber vermişler, buralar normal hale gelinceye kadar inişe geçme diye. Polisler ve gümrükçülerde deprem sallayınca tüymüşler. Yani hava limanında ki yerlerini bırakıp kaçmışlar. Kimseler o yüzden yokmuş.
Taksi İstanbul’a yaklaştıkça parklardaki çadırlar, parklarda oturan, yatan insanlar çekti dikkatimizi. Allah Allah dedik bu parklar neden bu kadar dolu? Neden bu insanlar parklarda yatıyorlar ki? Tabi biz saftirikler hiçbir şey yaşamadığımızdan hiçbir şey anlamıyorduk. Sonunda otelimize geldik. Parklarda, bahçelerde yatan insanlara sempati duyarak odalarımıza çıktık ve güzel bir uyku çektik. Ertesi gün otelin kapalı garajında ki arabamızı alıp Marmaris ‘e geldik. Ondan sonraki günler devamlı varsa deprem, yoksa deprem dinledik. Ama daha öncede belirttiğim gibi olayların içinde olup yaşamadığımız için her şey bize masal gibi geliyordu. Ta ki o geceye, daha doğrusu o sabaha kadar.
Marmaris’e döndükten 10 sonraydı galiba. Marinada toplantım olduğundan gece yarısı eve geldim. Ben ne zaman eve geç gelsem eşimin hep uykuda olduğunu bildiğimden salonda biraz oturmaya karar verdim. Biraz oturdum birden Yasemin yatak odasının penceresini açtı ve “ Güven, bu akşam tuhaf şeyler oluyor, hayvanlar, kuşlar çok acayip sesler çıkarıyorlar, bir türlü uyku tutmadı. Deprem mi olacak ne” dedi. Ben de “ ne depremi deli misin? Hadi uyu artık” diye çıkıştım, sonra da rahat edemedim ben de yattım.
Sabah üç sularında inanılmaz ürkütücü, ne kadar korkutucu olduğunu anlatamayacağım bir gürültüyle uyandık. Koca ev horon teper gibi zangır zangır titriyor gidip geliyordu. Duvarlar çatlamaya, eşyalar devrilmeye, bir şeyler kırılmaya başladı. Hemen kızımı ve eşimi dışarı, evimizin karşısındaki ormana çıkardım. Dehşetle evimizin gidip gelmesini izledik. İşte o zaman milletimin neler çektiğini, neler yaşadığını anladık.
Benim başta Bodrum olmak üzere, Ege bölgesinde yaşayan güzel dostlarım; Nasrettin Hoca’nın hikayesini bilirsiniz. Damdan düşenin halini ancak damdan düşen anlar. Hepinize sarılıp teker teker geçmiş olsun diyorum. Allah tekrarını nasip etmesin.
Bununla geçmiş olsun. Güzel insanlar hepinizi çok seviyorum.
Naylon şeyhiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder