SON PİŞMANLIK FAYDA ETMİYOR!
Yıl 1982. İnsanı canından bezdiren, tam koca bir ay süren, hiç bitmeyeceğini sandığım nikah işlemlerinin sonunda İstanbul da evlendim. 34 yaşındaydım. Kanada da yaşıyordum. Nikah işlemlerinin bu kadar uzamasından dolayı Kanada’ya dönmemizin zamanı geldiğinden, alelacele bir düğün yemeğinden sonra sabah erkenden bütün aile hava limanına geldik.
Eşim ailenin iki kızından küçüğüydü. Ablası evli ve biri kız biri oğlan iki çocuğu vardı. Eşimin anne ve babası 60 yaşının üzerindeydiler. Beş vakit namazını kılan, inançlı bir hanım olan kayınvalidem, kızının evden ayrılıp dünyanın bir ucuna gitmesini normal karşılıyor gibiydi. Belki de kızının güzel, modern bir ülkeye gelin gittiğine seviniyor, oralarda onun Allah vergisi resim yapma kabiliyetini geliştireceğine inanıyor, hislerini belli etmiyordu. Ama kayınpederim tam bir panik yaşıyordu. Zavallı adamcağız yerinde duramıyor, kalkıp kalkıp oturuyor, eline kolunu koyacak yer bulamıyor, sigara üstüne sigara içiyordu. Ara sıra gözleri dolu dolu kızına bakıyor, sağına soluna anlamsız, birbirini tutmayan laflar ediyor, başını öne eğip düşünüyor, sonra gülümsemeye çalışarak tekrar kızına bakıyor. Herhalde onu büyütüp bu yaşa getirinceye kadar yaşadığı anılar gözlerin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Bense zaman dolsa da artık gitsek diye dua ediyordum. Cemal Beyin, kayınpederimin bu halini izlemeye dayanamıyordum, midem yanıyordu. Kendimi suçlu hissediyordum.
Sonunda hava limanına gelen bütün akrabalarla teker teker vedalaştık, uçağımıza bindik. Gözyaşları sel oldu. Kanada’ya vardık.
Eşimin Kanada’ya alışması zor olmadı. 1987 yılında bir kız çocuğumuz dünyaya geldi. Çocuğumu kucağıma aldıktan sonra hayata bakış açım, dünya görüşüm, değerlerim öyle bir değişti, öyle bir değişti ki inanamadım. Bir saat görmezsem kızımızı özlüyordum. İşte o zaman kayınpederimin gözü gibi sevdiği, kızını gurbet ellerine, Türkiye’den uçakla 13 saat çeken yabancı bir ülkeye yollarken yaptığı fedakarlığı ve çektiği acıyı çok daha iyi anladım. Ben daha bir haftalık kızımın özlemine dayanamıyordum.
Bahar’ın doğumuna kadar Türkiye’ye kesin dönüş yapmayı hiç düşünmemiştim. Ama artık durum çok farklıydı. Bu güzel insanlar kızlarının yanı sıra bir de torun hasreti çekmek zorundaydılar. Ama ben de senelerce tahsil görmüş, insanüstü çalışmış, yabancı bir ülkede kendimi kabul ettirmiş, sonunda mükemmel bir kariyer edinmiştim. Ev bark sahibi olmuş, çok başarılı birisiydim. O kadar emek vermiş, o kadar mücadele etmiştim. İnsanların yerleşmek için can attıkları dünyanın en medeni, en güzel ülkelerinden birisinde yaşıyordum. Aynı zamanda Kanada vatandaşlılığına kabul edilmiştim. Diğer taraftan bu insanlara bu kadar hasret çektirmeye hakkım var mıydı? Kızım köklerini, akrabalarını tanımayı hak etmiyor muydu?
Kafam karmakarışık olmuştu. Sabahlar kadar uyuyamıyor, bir türlü karar veremiyordum. Sonunda zor da olsa kararımı verdim. Eşime verdiğim kararı açıkladım. İşimden ayrıldım. Her şeyimizi sattık ve Marmaris ‘e 1988 yılında kesin dönüş yaptık. Çocuğum dedesi, anneannesine kavuştu. Onlar da torunları ve kızlarına kavuştular. Dualar ettiler, defalarca bana sarılıp sarılıp “Allah razı olsun” dediler. Tabi ben de 20 yıl sonra da olsa ağabeylerime, ablalarıma, arkadaşlarıma kavuştum ve 40 yaşında yeni bir hayata başladım. Sonunda çok çalıştık, hep çalıştık, ne yaptıysak başarılı olduk. Dualar yerini buldu.
Sonra ne oldu, pişman mı oldum? Keşke böyle bir karar vermeseydim, keşke Kanada’dan dönmeseydim diye yakındım mı? Kocaman bir #Hayır. Ama insanların bu kadar cahil, bu kadar duyarsız, bu kadar nankör olabileceğini, Atalarına, bayraklarına ihanet edeceklerini, bu günleri yaşayacağımızı, bu günlere geleceğimizi düşünmemiştim.
Şimdi pişmanım. Kızımın bunları yaşamasını, görmesini istemezdim.
Üzgünüm, ama pişmanım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder