HAA...NEREYE KADAR ?
Marmaris Taşlıca köyünün gri kayalarla, dikenli çalılarla kaplı, kelebeklerin çift, bal arılarının vızır vızır uçtuğu tepelerinde, vahşi görünüşlü, bakımsız vücutları kıllarla kaplı, başıboş eğersiz atların koşuşturduğunu görürsünüz. Bu tepelerde yığma taşlardan yapılmış gübre ve ıslak idrar kokan ilker ahırlarda bahar gelince keçiler doğum yaparlar. O rengarenk minik yavrular o kadar hareketli, o kadar hayat dolu, o kadar sevimlidirler ki... Kucağınıza alıp bastınızmı bağrınıza içinizden bırakmak gelmez. Ve o minik oğlaklar büyüdüklerinde katilleri olacak kasaplarına minicik kuyruklarını sallayarak koşuşturur, onların parmaklarını emerler. O kasaplarda yüzlerinde bir timsah gülümsemesiyle oğlakçıkların başlarını okşarlar.
Bense o gülümsemenin ne kadar sahte olduğunu bildiğimden öfkelenirim. Hep aklıma çocukluğumda Sivas'ta çok iptidai bir sirk çadırında izlediğim boa yılanı ve sevimli tavşan gelir. Sirk sahibi bana o uyuşuk uyuşuk yatan yılanın acıktığında birden hareketlenip tavşanı yuttuğunu ve her ay yeni bir tavşan aldıklarını söylemişti. Bense zavallı tavşancığın başına geleceklerden habersiz yılanla oynamaya çalışmasını, yılanın orasını burasını yalamasını üzülerek, korkuyla, ibretle seyretmiştim.
Yaaa... İşte böyle sayın seyirciler. Burada naylon şeyhiniz devreye girer ve der ki; Ha kasap, ha oğlaklar, ha boa yılanı, ha tavşan, ha hayat, ha alın yazısı, ha kader ne fark eder. Bizim oğlakcıklardan, tavşandan ne farkımız var ki? Dostumuzu, düşmanımızı biliyor muyuz ? Yarına çıkacağımız, yarın başımıza ne geleceği belli mi? Anı yaşayın, hayattan zevk almanın yollarını keşfedin, her şey sonunda olacağına varıyor diye boşuna yırtınıp durmuyor bu fakir.
Çırpın çırpın nereye kadar?
Haa... nereye kadar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder