5 Ağustos 2017 Cumartesi

OLSUN; SİZİN CANINIZ SAĞOLSUN !
Dün bir yazımı paylaştım sizlerle. Bir taşlanmadığım kaldı. Bazı okurlarım kahırlı bir yazı olduğunu, bazı okurlarım olumsuz bir yazı olduğunu, bazıları da aslında benim gayet mutlu olduğumu, böyle santimantal yazılar yazarak sempati toplamaya çalıştığımı ima ettiler. Bütün bu yorumlara hürmetim var, lütfetmişler yazmışlar. Ama ben samimiyetle, sadece bire bir hissettiklerimi yazmaya çalışmıştım.
İster sevelim, ister sevmeyelim, ister kınayalım ister kınamayalım, hüzün insan hayatının karşı konulmaz, atsan atılmaz bir gerçeği dostlarım. Nefes almak gibi, kalp çarpması gibi kendi başına oluşuyor. .Ne zaman ortaya çıkacağı, nasıl bir etki yaratacağı, ne kadar süreceği belli olmayan, insandan insana değişen bir duygu. Hüzün hem faydalı, hem tehlikeli olabiliyor keskin bir bıçak gibi. O bıçakla insan kendini veya birisini öldürebiliyor, aynı bıçağı kullanarak mükemmel bir heykel de yapabiliyor.
Evet ben zaman zaman hüzünleniyor ve bu hüznümü sizlerle paylaşıyorum. Çok hareketli bir 71 yıl yaşamış birisinin ara sıra hüzünlenmesini normal karşılayın. Çünkü o kadar çok anı biriktirmişim ki kafamda 5 adet kitap yazdım, hala yarısına bile gelemedim. Çocukluğumu hatırlarlıyorum annemi, babamı, artık olmayan baba evimi kaybolan mahallemi, okul günlerini, okul arkadaşlarımı, öğretmenlerimi, seyahatlerimi, gurbet ellerini, kaybettiklerimi, sevgililerimi, sevdiklerimi, çok sevdiklerimi, neleri neleri hatırlıyorum. Ortaokul,lise arkadaşlarımın numaralarını bile hatırlıyorum. Bir kitap yazıyorum, biraz rahatlarım diye düşünüyorum. Ama boşalan yer hemen doluveriyor. Dedim ya insan neyi ne zaman hatırlayacağını, ne zaman hüzünleneceğini kontrol edemiyor. Bu çok doğal bir duygu. Herhalde ?...
İnsan her hüzünlendiğinde üzülür mü? Hayır. Mesela ben hüzünlendiğimde bana acı veren anılarımın yanı sıra beni çok mutlu eden anıları da hatırlarım. Çoğu zaman yüzümde bir gülümseme oluşur hatırladıkça hüzünlendikçe. Yıllar önce Dalay Lama'nın bir mülakatını seyretmiş, bu muhteşem insana hayran olmuştum. Çünkü her hüzünlendiğinde gülümsüyordu. Öyle güzel günlerim, yıllarım oldu ki.
Gelelim dünkü yazıma: Dostlarım o yazı ne kahırlı ne de olumsuz bir yazıydı. Evet, hüzünlendiğimi itiraf ettim ama yorum yapan dostlarım, sizler üzüldüğüme hükmettiniz. Ben üzüldüğümü değil hüzünlendiğimi yazdım. Evet, sigara içtiğimde kendimi çok kötü hissediyorum. Evet, içki içtiğimde yoruluyorum. Demek ki direncim azalmış. Bunlar samimi olarak sizlerle paylaştığım duygularım hissettiklerim. Tekrar okursanız dünkü yazımı şikayet etmediğimi sadece yaşadıklarımı paylaştığımı görürsünüz.
Gelelim yaşamayı istemek ve yaşamaya çalışmak bölümüne. Son 10 yıldır hangimiz hakikaten mutluyuz, hangimiz yataktan kalktığımızda “Merhaba hayat, işte uyandım, o kadar mutluyum ki” diyebiliyoruz? Gazete okuyamıyoruz, televizyon seyredemiyoruz, kara haber üstüne kara haber işitmekten yorulmadık mı? Şehit haberleri duymamak için kulaklarımızı kapamaya çalışmıyor muyuz?. Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini düşündükçe tüylerimiz diken diken olmuyor mu? Etrafımızda olup bitenleri hazmedebiliyor muyuz? Bakın 70 yaşında adamcağız bu sıcağın altında İstanbul’a yürüyor adalet için. Evet, kabul etseniz de etmeseniz de büyük bir çoğunluğumuz yaşamayı istemek yerine artık yaşamaya çalışıyoruz. Yalan mı? Ben şahsen böyle bir hayata, böyle bir gidişe10 yıl daha tahammül edemeyeceğimi yazdım, bunun neresi sempati beklemek veya toplamaya çalışmak?
Yani dostlarım, dün bana fazla yüklendiniz ve bu yazıyı yazdırdınız.
Olsun, canınız sağ olsun.
No hard feelings.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder